Ana Sayfa
Ziyaretşi defteri
ÎMÂN ve İSLÂM
Mescidi Aksa
Hz.Muhammed (s.a.s) HAYATI
Peygamberlerimizin Hayatları(1)
Peygambelerimizin Hayatlari (2)
Her güne Bir Hadis,Bir Ayet
Peygamberlerimizin Hayatları(3)
Allah (c.c) 99 Güzel İsmi
İslamla İlgili Resimli Şiirler
Adem (a.s)<===> Hava (a.s) Oku
(bazı) Cehennem Ayetleri
Allahın 99 İsminin Açıklaması
Güzel Sözler
Bayanlar İçin Namaz Kılma Resimli Anlatım
Süre Dinle Ögren
Peygamberler Tarihi
Ayet Yada Sure Arama
İnsanın Yaratılışı
Alemlerin Yaratılışı
İslamın Tanımı
İmanın ve İslamın Şartları
Büyük Günahlar
Gusul Abdesti (boy abdesti)
İlahi Dinlemek İçin Buyrun
Eski Türk Filimleri
Eski Hacı Resimleri
Kutsal Elbiseler
Dünyanın En Büyük Camisi
Kıyamete Kadar Böyle Kalıcagız
Küfür Nedir? Küfüre Sebep Olan Şeyler
ÎMÂNIN BİZDE DEVÂMLI KALIP ÇIKMASI İÇİN
ŞİMDİ ÎMÂNI OLDUĞU HÂLDE,İLERİDE ÎMÂNININ GİTMESİNE SEBEB OLAN ŞEYLER
BÜYÜK GÜNÂHLAR ÇOKDUR: [Yetmişiki büyük günâh şunlardır
ON ŞEY, SON NEFESDE ÎMÂNSIZ GİTMEĞE SEBEB OLUR
KÖTÜ HUYLAR
NAMÂZ SÛRELERİ VE DÜÂLARI
 

Peygambelerimizin Hayatlari (2)

Velî veyâ peygamberdir.
LOKMAN ALEYHİSSELÂM

Peygamber veya veli. Dâvud aleyhisselâmın zamânında, Arabistan'ın Umman tarafında yaşadı. Dâvud aleyhisselâmla görüşüp ondan ilim öğrendi. Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirilmeden önce, müfti olan Lokman Hakim, Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra fetvâ vermeyi bıraktı. Dâvud aleyhisselâma ümmet oldu. Kendisine hikmet verildi. Eyyûb aleyhisselâmın teyzesinin oğlu oldu daa rivâyet edilmektedir. Fransız bilginlerinin, Calinos'un (Galen'in) bir adı da Lokman Hakim idi demeleri yanlıştır. Çünkü Lokman Hakim, Dâvud aleyhisselâm zamânında; Calinos (Galen) ise, ondan bin yıl kadar sonra yaşamıştır. Lokman ismi Kur'ân-ı kerim'de geçmekte olup, bir sûreye (otuz birinci sûre) Lokman ismi verilmiştir. Bu sûrenin on ikinci âyetinde meâlen; "Biz Lokman'a hikmet verdik. " buyrulmaktadır. Buradaki hikmet tâbirinin; akıl, anlayış, ilim, ilimle amel etmek ve doğru karar vermek demek olduğu tefsir kitablarında yazılıdır. Lokman Hakim tabiplerin piridir. Hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatler meşhurdur. Kur'ân-ı kerim'de Lokman sûresi 3. âyet-i kerimede meâlen; "Bir vakit Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrum! Allah'a ortak koşma, çünkü şirk çok büyük zulümdür. " buyrulmaktadır.

Lokman Hakim'e sen bu hâle nasıl geldin dediklerinde; "Doğru sözlü olmak, emâneti yerine getirmek, lüzumsuz söz ve işi terk etmekle. " cevâbını verdi. İnsanlar ondan nasihat istediler, o da şöyle nasihat etti: Öncekilerin ve sonrakilerin ilimleriyle ameledilebilmesi için sekiz şeye dikkat etmek lazımdır. Dört zamanda dört şeyi korumak gerekir; Namazda gönlü, halk arasında dili, yiyip içmede boğazı, bir kimsenin evine girince de gözü korumaktır. İki şeyi hâtırdan hiçbir zaman çıkarmamalıdır. Bunlar; Allahü teâlânın büyüklüğü ve ölümdür. İki şeyi de tamâmen unutmaya çalışmalıdır. Bunlar da; bir kimseye yapılan iyilik ile dost ve yakınlardan görülen kötülüktür. " Lokman Hakim'in oğluna nasihatlarının bir kısmı şöyledir: "Ey oğlum! Dünyâ derin deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur. Geminin takvâ, yükün imân, hâlin tevekkül olsun, umulurki kurtulursun."

"Ey oğlum! Âlimlere karşı öğünmek, akılsızlarla inatlaşmak ve meclislerde, toplantılarda gösteriş yapmak için ilim öğrenme! İhtiyâcım yok diyerek de ilmi terk etme. " "Ey oğlum! Allahü teâlâyı anan (hâtırlayan) insanlar görürsen onlarla otur. Âlim olsan da, ilminin faydasını görürsün ve ilmin artar, sen ehil isen sana öğretirler. Allahü teâlâ onlara olan rahmetinden seni de faydalandırır. Allahü teâlâyı ziktetmeyenleri görürsen onlardan uzak dur. " "Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın! O, her sabah zikir ve tesbih ediyor, sen ise uyuyorsun."

"Ey oğlum! Seçilmiş kullara teslim ol, kötülerle dost olma. " "Ey oğlum! İnsanlara iyilikleri emir ve nasihat edip kendini unutma! Yoksa mum gibi olursun. Mum insanları aydınlatır, fakat kendini yakıp eritir. " "Ey oğlum! Yalandan çok sakın! Çünkü dinini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayânı, değerini ve makâmını kaybedersin."

"Ey oğlum! Kötü huydan, gönüldağınıklığından sakın. Sabırsız olma, yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap, sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol. " "Ey oğlum! Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamâ etmektensakın. Kazâya râzı ol ve Allahü teâlânın sana verdiği rızka kanâat et. " "Ey oğlum! Dünyâ geçici ve kısadır. Senin dünyâ hayâtın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmış, çoğu geçmiştir."

"Ey oğlum! Tövbeyi yarına bırakma, çünkü ölüm ansızın gelip yakalar. " "Ey oğlum! Sükût etmekle pişmân olmazsın. Söz gümüş ise sükût altındır. " "Ey oğlum! Helâl lokma ye ve işlerinde âlimlere danış, işlerini nasıl yapacağını onlara sor. " "Ey oğlum! Âlimler meclisine devâm et. Bahar yağmuru ile yeryüzünü yeşillendiren Allahü teâlâ, âlimlerin meclisindeki hikmet nûru ile de müminlerin kalbini aydınlatır."

"Ey oğlum! Amel ancak yakın (Allahü teâlâya olan ilim ve mârifet) ile yapılır. Herkes yakini nisbetinde amel eder. Amel noksanlığı, yakin noksanlığından gelir. " "Ey oğlum! Bir hatâ işlediğinde hemen tövbe et ve sadaka ver. " "Ey oğlum! Ölümden şüphe ediyorsan uyku uyuma. Uyuduğun ve uyumak mecbûriyetinde kaldığın gibi, ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan, uykudan uyanma. Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin."

"Ey oğlum! Helâl kazanç ile yoksulluktan korun. Yoksul kimse şu üç musibetle karşılaşır: Din zayıflığı, akıl zayıflığı ve mürüvvetin kaybolması. " "Ey oğlum!Merhamet eden merhamet bulur. Sükût eden selâmete erer, hayır söyleyen kâr eder, kötü konuşan günâhkar olur, diline hâkim olmayan pişmân olur. " "Ey Oğlum! Dünyâmalından yetecek kadarını al, fazlasını âhiret için hayra sarfet, Sıkıntıya düşecek ve başkasının sırtına yük olacak şekil de tembellik etme."

"Ey oğlum! Sakin kimseyi küçük görüp hakâret etme. Çünkü onun da senin de rabbimiz birdir."

Lokman Hakim'in oğlu: "Babacığım, insanda hangi haslet daha iyiydir?" diye sorunca; "Temiz, hâlis din. " buyurdu. Eğer iki haslet olursa? "Din ve mal", üç haslet olursa? "Din, mal ve hayâ. " buyurdu. Dört haslet olursa? dedi. "Din, mal, hayâ ve güzel ahlâk. " buyurdu. Beş haslet saymak icâbederse diye sorunca; "Din, mal, hayâ güzel huy ve cömertlik. " buyurdu. Altı haslet sayarsak deyince; "Eu oğlum! Allahü teâlâ her kime bu beş iyi hasleti verdiyse, o kimse mümin ve müttekidir. Allahü teâlâ katında veli ve sevgilidir. Şeytanın şerrinden uzaktır. " buyurdu. Oğlu: "Babacığım, insandan en kötü haslet hangisidir?" dedi. "Allahü teâlâyı inkârdır" buyurdu. İki olursa dedi. "İnkâr ve kibirdir. " buyurdu. Üç olursa dedi. "İnkâr, kibir ve şükür azlığı. " buyurdu. Dört olursa dedi. "İnkâr, kibir, şükür azlığı ve cimrilik. " buyurdu. Beş olursa diye sorunca; "İnkâr, kibir, şükür azlığı, cimrilik ve kötü ahlâk. " buyurdu. Altı olursa deyince; "Ey oğlum! Bu beş kötü hasletin bulunduğu kimse münâfıktır, şakidir ve Allahü teâlâdan uzaktır. " buyurdu.

Hafs bin Ömer'den rivâyet edildi ki: Lokman Hakim, yanına bir hardal torbası koydu ve oğluna nasihat etmeye başladı. Her bir nasihatte bir hardal tânesini çıkardı. Nihâyet hardalları tükendi. Sonra da; Ey oğlum! Sana o kadar nasihat ettim ki, şâyet bu nasihatler bir dağa verilseudi, dağ yarılır, parça parça olurdu" buyurdu. Oğlu da bu nasihatleri tuttu.



Ürdün ile Filistin arasındaki kavme peygamber gönderilmiştir.
LÛT ALEYHİSSELÂM

Kur'ân-ı kerim'de ismi bildirilen peygamberlerden. İbrâhim aleyhisselâmın kardeşinin oğludur. İbrâhim aleyhisselâm ve ona inananlarla birlikte Nemrûd'un memleketinden hicret edip Şam'a geldikten sonra, Lût gölü yakınındaki Sedûm şehri halkına peygamber gönderildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dinini tebliğ etti. İbrâhim aleyhisselâmla birlikte Bâbil'den hicret edip, Şam diyârına geldikleri zaman Cebrâil aleyhisselâm gelerek Lût gölü civÂrındaki Sedûm bölgesi ahâlisine peygamber olarak gönderildiğini bildirdi. İbrâhim aleyhisselâmdab ayrılarak Sedûm bölgesine gitti. Bu bölgede ahlâksız ve sapık bir millet türemişti. Putlara tapıyorlar, soygun yapıyorlar, zayıfları eziyorlardı. İğrenç olan livata (homoseksüellik; bugün tedâvisi mümkün olmayan AIDS hastalığına sebep olan cinsi sapıklık) yapıyorlardı. Lût aleyhisselâm onları çirkin işlerden menedip, doğru yola dâvet etti. Bu husus Kur'ân-ı kerimde Şuarâ sûresi 161- 164. âyetlerde meâlen şöyle bildirilmektedir. : "Kardeşleri Lût onlara: Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş emin, güvenilir bir peygamberim. Artık Allah'tan korkun ve bana itâat edin! Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbine âittir, dedi. " Sedum halkı hazret-i Lût'un dâvetine uymadılar. İsyân edenler arasında kendi hanımı da vardı. O da kocası hazret-i Lût'a inanmamıştı. Kâfirlerle bir olup, ona ihânet etmişti. Bu azgın ve cinsi sapıklıkla uğraşan kavim, imân etmedikleri gibi hazret-i Lût'u ve ona inananları memleketlerinde kovmaya kalkıştılar. Lût aleyhisselâm bu kavme nasihat edip, doğru yola dönmezlerse Allahü teâlânın azâbına uğrayacaklarını bildirdi. Buna rağmen isyândan ve fuhuştan vazgeçmediler. Hattâ hazret-i Lût'a "Doğru sözlü isen bahsettiğin azâbı getir de görelim" dediler. Sapık kavmin isyânının gittikçe artması üzerine Allahü teâlâ onları cezâlandırmak için melekler görevlendirdi. Bu melekler Cebrâil, Mikâil, Azrâil aleyhisselâm bir rivâyete göre de Cebrâil aleyhisselâm ile birlikte on iki melekti. Melekler önce İbrâhim aleyhisselâma uğrayıp, kendisine bir oğlan evlâdı (hazret-i İshâk) verileceğini müjdelediler ve azgın Sedum halkını helâk etmek üzere geldiklerini söyleyip ayrıldılar. Öğle veya akşam vakti Sedum beldesine gidip hazret-i Lût'u buldular. Melekler nûr yüzlü genç delikanlı sûretinde hazret-i Lût'un evine gelince hazret-i Lût'un isyankâr hanımı, durumu azgın Sedum halkına bildirdi. Azgın Sedum halkı hazret-i Lût'un evinin etrâfını sarıp misâfirlerini bize teslim et diyerek musallat olmaya kalkıştılar. Hazret-i Lût onlara nasihat ettiyse de dinlemeyip kapıyı zorladılar. Bunun üzerine melekler: "Ey Lût! Gerçekten biz Rabbinin elçileriyiz. Kalbini onlardan gelecek bir korku ve zarar ile meşgul etme. Onlar sana aslâ dokunamazlar. Cebrâil aleyhisselâm dedi ki, hemen gecenin bir kısmında ev halkınla çık git veiçimizden hiçbiri geri kalmasın, ancak hanımın hâriç, çünkü kavmine isâbet edecek azâb ona da gelecektir. Onların helâk zamânı sabah vaktidir."

Azgın kavim içeri girmek için kapıyı kırınca Cebrâil aleyhisselâm; "Ey Lût kapıyı aç ve geriye çekil gelsinler dedi. Lût aleyhisselâm kapıyı açıp geri çekildi. Cebrâil aleyhisselâm kanadını önlerine gerdi ve içeriye hücum eden azgınların gözleri âniden kör oldu, bunun üzerine şaşkın şaşkın kaçışmaya başladılar. Bu husus Kur'ân-ı kerim'de Kamer sûresi 44. âyette meâlen şöyle bildirilmektedir: "Lût'tan kavmi, misâfir melekleri istediler! Hemen biz onların gözlerini kör ettik. (Anadan doğma gibi kör oldular) işte azâbımı ve tehditlerimin âkıbetini tadın dedik. " Lût aleyhisselâm kendine tâbi olanlarla geceleyin Sedum beldesinden ayrılıp Sa'r şehrine gitti. Cebrâil aleyhisselâm Sedum beldesini kanadıyla alt üst etti. Üzerlerine şiddetli taş yağmaya başladı, nihâyet hepsi helâk olup gitti. Bu hususta Kur'ân-ı kerim'in Kamer sûresi 38. âyet-i kerimesinde meâlen; "Celâlim hakkı için, bir sabah vakti devamlı bir azâb onları bastırıverdi. " Ve Hicr sûresi 73- 74- 75. âyetlerde de; "Nihâyet onları güneşin doğma vaktinde korkunç gürültü yakalayıverdi. Hemen şehirlerinin üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de çamurdan pişmiş taş yağdırdık. Elbette bunda keskin anlayışlar için ibret alâmetleri var. " buyrulmaktadır. Lût'un aleyhisselâm kavminin yaşadığı ve helâk oldukları topraklar Kur'ân-ı kerimde alt-üst olan memleket mânâsına gelen "El-mü'tefikât" şeklinde zikredilmiştir. Sedum beldesi alt-üst olduktan sonra kaynarsular fışkırıp göl hâline geldi. Bu gün bu bölge, Lût Gölü adıyla anılmaktadır. Yahûdi kaynaklarında ise bu belde (sodom) ismiyle geçmektedir. Lût aleyhisselâm, kavminin helâkınden sonra, Şam bölgesine gidip, amcası İbrâhim'in (aleyhisselâm) yanında yedi sene kaldı. Sonra Hicâz'a gidip, seksen yaşında iken orada vefât etti. Kabrinin, İbrâhim aleyhisselâmın kabrinin de bulunduğu Filistin'deki Halilürrahmân'da veya Mekke-i mükerremede Kâbe yanında Hatim denilen yerde olduğu rivâyet edilir. Kur'ân-ı kerim'de yirmi yedi âyette Lût aleyhisselâmdan bahsedilmektedir.

Mûcizeleri:

1-Bulutsuz yağmur yağdırmıştır. Kavmini doğru yola dâvet ettiği vakit, mûcize olarak bulutsuz yağmur yağdırmasını istediler. Duâsı kabul olunup, elleriyle göğe işâret etmesi vahyedildi. Göğe işâret edince yağmur yağmaya başladı. 2-Duâsı bereketiyle otsuz bir dağda ot bitmiştir. Kavmi Lût aleyhisselâmın koyunlarını otsuz bir dağa toplayıp başka yere salmadılar. Hayvanlar açlıktan telef olmaya başlamıştı. Hazret-i Lût kuruyan dağda ot bitmesi için duâ etti ve yemyeşil otlar bitti. Azgın kavmin koyunları o dağdan otlasa hemen ölürdü. Bu mûcizesi ile kırk kişi imân etmiştir. 3- Taşlar, çakıllar ve kum tâneleri, Lût aleyhisselâm ile konuşmuşlardır. Kavmininisyânı üzerine taş parçaları dile gelip, "Kavminin imân etmiyeceği sizce muhakkak ise cenâb-ı Hakk'a duâ et, onları yakmak için bizi ateş eylesin. " dediler. 4-Kavmi, ona eziyet vermek için üzerine ufak taşlar atardı. Allahü teâlânın koruması ile hiçbiri ona dokunmazdı. 5- Üzerine yattığı taşlar döşek gibi yumuşak olmuştur. Kavmi, kendisini öldürmek için karar verince ilâhi emre uyarak onlardan uzaklaşıp bir dağa gitti. Çok yorulduğundan bir yerde uyuyup kalmıştı. Peşinden gelen yedi kişi, onu gördüklerinde sırt üstü yatmış, altında bulunan taşlar döşek gibi yumuşayıp çukurlaşmıştı. Onu tâkip eden yedi kişi bu hâli görünce imân etmiştir. 6-Lût aleyhisselâm çok uzak yerlerde olan şeyleri görüp haber verirdi. Çocuğu kaybolan biri gelip, nerede olduğunu sorunca duâ etti. Allahü teâlâ da ona bildirdi. O da, çocuğun olduğu yeri söyledi.

Ahmed bin Hanbel ve ibn-i Mâce'nin bildirdikleri hadis-ü şeriflerde, peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Lût kavmi hakkında buyurdu ki: On şet vardır ki Lût kavmi onları yapmış ve o yüzden helâk edilmiştir. Ümmetim ise onlara bir de kendisi katar. Bunlar; livâta (erkek erkeğe münâsebet), fındık gibi taşları sapanla atmak, güvercinle (kumar) oynamak, def çalmak, (kadınlar için düğünlerde ruhsat vardır) içki içmek, (özürsüz) sakal kesmek, (emredilenden fazla) bıyık uzatmak, ıslık çalmak, el çırpmak, (erkekler için) ipek gömlek giymek bir tâne de ümmetim ilâve eder ki; o da kadın kadına münâsebette bulunmaktır. Lû kavminin işini (livâta) yapan mel'undur. Benden sonra ümmetim hakkında en korktuğum şey Lût kavminin yaptığını yapmalarıdır.



Allahü teâlâ ile Tûr dağında konuşmuştur.
MÛSÂ ALEYHİSSELÂM

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve kendilerine "ulü'l-azm" denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ ile konuştuğu için, "Kelimullah" denilmiştir. Beni İsrâil'e gelmiştir. Yâkub aleyhisselâmın soyundandır. Hârûn aleyhisselâmın kardeşidir. Babasının ismi İmrân'dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye veya Yuhâbil'dir. Hazret-i Yûsuf'tan sonra, Mısır'da, İsrâiloğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yâkûb ve hazret-i Yûsuf'un bildirdikleri dine inanıyorlar ve emirleriniyerine getiriyorlardı. Mısır'ın eski yerlisi Kıbti kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı ve İsrâiloğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından endişe ederlerdi. Beni İsrâil, Kıbti kavminin kötü muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken, ân diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır'dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı. Mısır'ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce insanı zorla çalıştırıyorlar. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır'ın yerli halkı Kıbtileri yaktığını, İsrâiloğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabile hâlinde olan ve her bir kabilenin başında bir idârecisi bulunan İsrâiloğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu hâdise karşısında İsrâiloğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun'un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Mûsâ aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti. Kur'ân-ı kerim'de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir. "Mûsâ'nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Mûsâ'yı) emzirİ sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız. " (Kasas sûresi: 7) Mûsâ aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun'un sarayına doğru sürükledi. Firavun'un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip;"Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz. " dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar getirtti. . Mûsâ aleyhisselâm hiçbirisinin memesini almadı. Annesi, çocuğunun Firavun'un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i Mûsâ'nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; "Size bu çocoğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?" dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın annesini getirttiler. Mûsâ aleyhisselâm onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun'un hanımı Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun'un sarayında emzirip büyüttü. Mûsâ aleyhisselâm Firavun'un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve büyük kardeşi Hârûn'un yanına gitti. Bir gün gördü ki; İsrâiloğullarından biriyle bir Kıbti kavga ediyor. Hazret-i Mûsâ aralarına girip ayırmak için Kıbtiyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbti yere düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun'un şerrinden çekinip, Mısır'dan ayrılarak Medyen'e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene Medyen'de kaldı ve Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır'a gitmek üzere Medyen'den ayrıldı. Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Hârûn aleyhisselâma peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mûcizesi ve eline koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mûcizeleri verildi. Sonra da Kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir: "Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun'a git, doğrusu o azmıştır. " (Kasas sûresi: 32-33) Hazret-i Mûsâ Mısır'a varıp, kardeşi Hârûn aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun'a gidip onu dine dâvet ettiler. İsrâiloğullarını serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunu üzerine Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardıi eli bembeyaz göründü. Bu mûcize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Mûsâ; "Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği bir mûcisesidir. " diyerek onları imana çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Mûsâ'nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mûcizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; "Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit veyer tâyin et. " diyerek ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar; "Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mûcizedir. " dediler ve hazret-i Mûsâ'ya iman ettiler. Bu hadise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ'ya iman etmiş olan kendi hanımı Âsiye'yi de şehit etti. Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onları çeşitli belâlar verdi. önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına belâ geldikçe hazret-i Mûsâ'ya gidip belânın kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm ederek iman etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen iman etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur'ân-ı kerim'in A'raf sûresinde bildirilmektedir. Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır'dan gitmelerine izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün İsrâiloğullarını toplayıp Mısır'dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti. Önlerinde denizi arkalarında düşmanı gören İsrâiloğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma meâlen: "Asân ile denize vur. " (Şuarâ sûresi: 63) diye vahyetti. hazret-i Mûsâ bu emir üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle olan İsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular kavuştu. Firavun askerleriyle birlikte boğuldu. Firavun boğulmak üzere iken "inandım" demişse de onun ye'se kapılarak söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle buyurulmaktadır: "İsrâiloğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, "İsrâiloğullarının iman ettiğinden (Allah'tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım. " dedi. " (Yûnus sûresi: 90) Ancak Allahü teâlâ Riravun'un imanını kabul etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu: "Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin. " (Yûnus sûresi: 91) "Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olsun. Bununla berâber doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici mûcizelerimizden) gâfildirler. " (Yûnus sûresi: 92) Tefsir âlimlerinden Zemahşeri bu âyeti şöyle tefsir etmiştir. "Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız. Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız. " Firavun'un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında kumlar arasında bulunarak İngiltere'ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun'un vücudu bozulmamış hâliyle secde eder vaziyette Londra'daki meşhur British Museum'da sergilenmektedir. (Bkz. Firavun) Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz'i geçtikten sonra, İsrâiloğullarını Ken'an diyârına doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören İsrâiloğulları onlara meyl ettiler. Hazret-i Mûsâ'ya; "Yâ Mûsâ! onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap. " dediler. Hazret-i Mûsâ onlara; "Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nimet ve kurtuluş verdi. Allahü teâlâya iman ediniz, şirkten ve putlardan kaçınız. " diye nasihat etti. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma bir kitap indireceğini vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hârûn'u (aleyhisselâm) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vâsıtasız olarak Allahü teâlânın kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'da iken, Sâmiri adında bir münâfık İsrâiloğullarının ellerindeki altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin ilâhınız budur diyerek İsrâiloğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâm her ne kadar nasihat ettiyse de dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'dan dönünce, bu hâle çok gadaplanıp Sâmiri'yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı. Sâmiri de insanlardan ayrı ve uzak, vahşi bir şekilde, başkalarını ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmiri sahrâda perişan bir hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu durumu sorunca; "Nasihat ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi. " dedi. Böylece hazret-i Mûsâ'nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrât'ın indirildiğini bildirdi. İsrâiloğulları da Tevrât'ta bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler. Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya imân ve şbâdet ettiler. İsrâiloğulları Tih sahrasında kaldıkları sırada Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Mûsâ aleyhisselâmdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tih Sahrasında susuz kalan İsrâiloğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ aleyhisselâm asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp İsrâiloğulları içtiler. Allahü teâlâ onlara"Selva" denilen bıldırcın eti ve "men" denilen kudret helvası ihsân etti. Nihâyet; "Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan gibi hubûbat ve sebze isteriz" dediler. Bu nimetlere karşı nankörlük yapan İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın Ken'an diyârında bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul etmediler. Mûsâ aleyhisselâma; "Sen ve Rabbin cebbârlara karşı gidip savaş edin. " dediler. Mûsâ aleyhisselâmın akrabâlarından olan Kârûn, Mûsâ aleyhisselâma karşı iftirâda bulunduğu için malları ve servetiyle yerin dibine battı. İsrâiloğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri için Allahü teâlâ onları kırk sene müddetle Tih Sahrâsında kalmakla cazâlandırdı. Kırk sens müddetle Tih Sahrâsında şaşkın ve perişan bir hâlde dolaşan İsrâiloğulları, perişan hâlde telef oldular. Nihâyet aradan epey bir zaman geçip İsrâiloğullarının çocukları itâatkâr ve savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da vefât etti. Mûsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarını alıp, Lût gölünün güney tarafına getirdi. Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın ordusu ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin doğusuna sâhip oldular. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken'an diyârı gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan Mûsâ aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâmın nerede vefât ettiği ve kabrini nerede olduğu husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs civarında veya Nebû Dağında olduğu bu rivâyetlerdendir. Hazret-i Mûsâ'nın şeriatı (bildirdiği dini) hazret-i İsâ'nın gönderilmesine kadar devâm etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep Mûsâ aleyhisselâmın şeriatı ile amel etmekle mükellef oldular. İsrâiloğulları daha sonra Tevrât'ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahûdiler denilmiştir. Mûsâ aleyhisselâmın mûcizeleri: 1-Asâsının ejderhâ (büyük yılan) olması. 2-Yed-i Beydâ: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı. 3-Kavmiyle Kızıldeniz'in kenarına gelince asâsını vurup denizde yol açması. 4-Tih sahrâsında kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asâsını bir taşa vurup Beni İsrâil'in kabileleri adedince, on iki pınar akıtması. 5-Firavun ve KIbti kavmi İsrâiloğullarına zulüm ettiği ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayıp isyân ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Mûsâ'ya tûfân mûcizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki, kimse evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve güneşin ışığı görünmez oldu. . Kıbtilerin evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrâiloğullarının evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbti kavmi, bu belânın kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine imân etmediler ve başka belâlara dûçâr oldular. 6-Kıbti kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mûcizesi. Bu çekirgeler İstâiloğullarına hiç dokunmayıp, Firavun'un kavmi Kıbtilere musallat olmuştur. 7-Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın Mûsâ aleyhisselâmın mûcizesi olarak kibtı kavmine musallat olması. 8- Kurbağa mûcizesi, Kıbti kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında iman edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların istilâsına uğramaları da şiddetli belâlardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından midelerine girerdi. Geceleri üzerinde toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı takdirde, iman edeceğini söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine iman etmedi. 9-Kan belâsı. Mısır'da bulunan bütün sular, Kıbtilerin kaplarına doldurulurken kan hâlini alırdı. Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrâiloğullarına ise böyle bir şey olmazdı. 10-İsrâiloğullarından biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Mûsâ aleyhisselâmın duâsı ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir. 11-Mûsâ aleyhisselâm kavmiyle Tih çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için, Mûsâ aleyhisselâma gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Mûsâ akeyhisselâm Allahü teâlâya duâ etti. Kudret helvası ve bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu. 12-Hazret-i Mûsâ^nın duâsı ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini almıştır. 13- Hazret-i Mûsâ Tih sahrâsında bulunan İsrâiloğullarının durumunu merak edince bir kurt gelip onların hâllerini haber vermiştir. 14-Hazret-i Mûsâ'nın duâsıyla sarı dikenler altın olmuştur. Malı ve zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte tere batırılan Kârun, bu mûcize karşısında âciz kalıp, hased ederdi. 15-Yolculukta hazret-i Mûsâ'ya uzun mesâfeler kısalır, kısa zamanda çok uzak mesâfeleri katederdi.



Altı ulülazm peygamberden ikincisidir. Tûfan'ı ile meşhurdur.
NUH ALEYHİSSELÂM

İdris aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamberlerden. Allah korkusundan dâima ağladığı için adına, çok ağlayan, inleyen mânâsına gelen "Nuh" denilmiştir. İdris aleyhisselâm insanlara peygamber olarak gönderilip onlara doğruyu gösterdikten sonra diri olarak göke kaldırıldı. Onun göke kaldırılmasından sonra insanlar doğru yoldan ayrıldılar. Onu çok sevenler ayrılık acısına dayanamadılar. Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandılar ve çeşitli heykeller yaputperestpıp, tapmaya başladılar. Böylece insanlar arasında lik meydana çıktı. İnsanlar putlara tapmaya başladıktan sonra, gün geçtikçe aralarında, zulüm, zorbalık, fitne, ahlâksızlık gibi kötülükler artıp yayıldı. Hazret-i Nuh, böyle bir cemiyet içinde çocukluğundan beri doğru yolda bulunan, Allahü teâlâya ibâdet eden sâlih bir kul idi. Sulama işleriyle, çiftçilikle, hayvan yetiştirmekle, marangozluk ve ev inşasında çalışıyordu. Doğru yoldan ayrılmış olan insanların kötülüklerinden de tamâmen uzak duruyordu. Elli yaşında iken, Allahü teâlâ, onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Kendi zamânında yaşayan bütün insanlara peygamber olarak gönderilen Nuh aleyhisselâm, ömrünü sonuna kadar insanları Allahü teâlâya iman etmeye, o'nun emirlerine uymaya, dâvet edeceğine söz (misak) verdi. Ona yeni bir din ve kitap verilmeyip, kendinden önceki peygamberlerin dinlerindeki hükümleri dokuz yüz elli sene insanlara bildirdi, onları hidâyete çağırdı. Peygamber olarak gönderildiği insanlar Kur'ân-ı kerimde; puta tapan, günahkar, kötü ve kalpleri kararmış bir millet olarak vasfedilmektedir. Kur'ân-ı kerimde meâlen; "Muhakkak ki biz, Nuh'u (aleyhisselâm) kavmine resûl olarak gönderdik" (A'râf sûresi: 59) buyrulmaktadır.

Nuh aleyhisselâm kavmine kendilerine peygamber olarak gönderildiğini, putlara tapmaktan, haksızlıktan ve zulümden vazgeçip, Allahü teâlâya iman edip, o'nun emirlerine uymalarını bildirdi. Fakat zulüm ve zorbalığa alışmış ve başkalarını tahakküm altına almak isteyen insanlar inanmadılar ve ona düşman oldular. Nuh aleyhisselâm onlara nasihat ederek: "Ben size doğru yolu göstermek, zulmü kaldırıp, adâleti yaymak için Allah tarafından gönderildim. Herkesin putlara tapmaktan vazgeçip bir olan Allah'a ibâdet etmesini, kulluk yapmasını bildiriyordum" dedi. Kavmiyse bu davete inanmayarak emirlerine uymamakla ve sapıklıklarıda ısrar ediyordu. Çok az kimse imân etmişti. Fakat Nuh aleyhisselâm tebliğ vazifesini yapıp, kavmini yılmadan, yorulmadan devamlı sûrette Allah'a imân ve kulluk etmeye çağırıp, isyan ederlerse azâba yakalanacaklarını bildiriyordu. Kavmi ise bu dâvete uymadıkları gibi, Nuh aleyhisselâmı kendilerine doğruyu, hakkı anlatırken dinlememek için elbiseleriyle başlarını kapatıyorlardı. Bir tarafdan da ona inananlara zulüm ve işkence yapıyorlardı. Hazret-i Nuh'un dâveti, günden güne uzaktan yakından duyuluyor, her yerde ondan bahsediliyordu. O'na imân etmeyenlerse bundan endişe duyuyor ve düşmanlıklarını safha safha artırıyorlardı. Nuh aleyhisselâm gittikçe azan kavmine "Ben size zor ve güç bir teklif yapmıyorum. Puta tapmaktan vazgeçip Allahü teâlâya ibâdet ediniz. Sizlerin herbir grubu başka bir gruptan korkuyor zulüm görüyorsunuz ve zulmediyorsunuz. Allah'tan korkunuz zulmedenlerden ve mazlumlardan olmayınız. " diyordu. Yılar sürüp gidiyor, Nuh aleyhisselâm ise tebliğ vazifesini devamlı olarak yapıyordu. Çok az kimse imân etmişti. Diğer insanlarsa iş sâhibi zorbalar, kötü işlerle uğraşan kimseler veya düşkünlük içinde hayat süren zelil, esir ve muhtaç kimselerdi. Her geçen gün daha bedbahtlaşan bu insanlar, bir türlü fitne, fesat ve sapıklıktan el çekmiyorlardı. Nuh aleyhisselâm böylesine düşmüş olan insanlara acıyor, şefkat ve sabırla onları kurtarmaya çalışıyordu. Onlar ise bunu idrak edemeyip karşı çıkıyorlar, hazret-i Nuh'u taşa tutuyorlar, onu şehirden kovuyorlar, evini harap ediyorlar, sapıklıkla itham ediyorlardı. Bir türlü kötülüklerini anlayıp, azgınlıktan vazgeçmiyorlardı. İsyanları sebebiyle Allahü teâlâ onlara gadap etti. Senelerce yağmur yağdırmadı. Malları, hayvanları helak oldu. Bağları bahçeleri kuruyup, servetleri kayboldu, nesilleri kesildi. Son derece muhtaç ve fakir hâle düştüler. Onların bu hâli karşısında Nuh aleyhisselâm; "Ey kavmim başınıza gelen bunca belâlar günahlarınız sebebiyledir. Putlara tapıp, Allah'a ibâdet etmekten kaçındığınız için Allahü teâlâ size gadap etti. Bu sebeple yağmurlar kesildi. Büyük sıkıntılara düştünüz. Ama Rabbinizden günahlarınızın bağışlanmasını isteyin, sizi affedip üzerinize rahmet yağmuru göndersin. Size mallar ve evlatlar ihsan ederek şmdat etsin. Nihâyet bir gün ölüp kabre gireceksiniz. Rabbiniz sizi bir müddet kabirde beklettikten sonra diriltecek ve amellerinizin cezâsını ve mükâfâtını verecek. " diyerek daha birçok husûsu iyice anlatıp onlara ehemmiyetle nasihat etti. İsyandan vaz geçmezlerse daha ağır azaplara düşeceklerini bildirdi. Nuh aleyhisselâm ve bildirdiklerine inanmayıp putlara tapmakla israr eden azgın millet; "Ey Nuh gerçekten bizimle çok mücâdele ettin, bunda da çok ısrarla davrandın. Bu işe başladığın gündenberi bizi devamlı olarak azapla korkutup durdun. Artık sözünde doğru isen şu azâbı getir de görelim. Artık ne olacaksa olsun. " diyerek onun nasihatlarını ve dâvetlerini hiç kabul etmedikleri, Kur'ân-ı kerim'de Hûd sûresinde (ayet 32) bildirilmektedir. Nûh aleyhisselâm kavminin bu tutumu karşısında aslâ yılmadan, tebliğ vazifesini devâm ettiği hâlde, onların bir türlü imâna gelmeyeceklerini iyice anladı. Bunun üzerine meâlen şöyle duâ ettiği Kur'ân-ı kerim'de bildirilmektedir: "Nuh (aleyhisselâm) dedi ki: "Ey Rabbim! yeryüzünde, hareket eden hiçbir kâfir bırakma! Eğer sen onları bırakırsan, kullarını dalâlete, sapıklığa sürüklerler. Hem bundan sonra onların çoluk çocuğu olmaz. Olsa bile çocukları fâcir ve küfürde pek ileri kimseler olurlar. Ey Rabbim! beni, anamı, babamı, mümin olarak evime girenleri, erkek, kadın bütün müminleri mağfiret eyle, bağışla, zâlimlerin (kâfirlerin) ise ancak helâk ve hüsrânlarını arttır. " (Nuh sûresi: 26-28) ve "(Nuh aleyhisselâm duâ edip) dedi ki: Yâ Rabbi! Gerçekten kavmim beni tekzip etti. Beni yalanladı. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver. Beni ve berâberimdeki müminleri kurtar. " (Şuarâ sûresi: 117-118) Nuh aleyhisselâmın bu duâsı üzerine, Kur'ân-ı kerimde Allahü teâlânın ona meâlen şöyle vahy ettiği bildirilmektedir: "Nuh'a vahy olundu ki; kavminden daha önce imân etmiş olanların dışında hiç kimse imân etmeyecek. O hâlde sen, kavmin seni yalanladıkları için ve sana ezâ verdikleri için mahzûn olma, kederlenme ki; onlardan intikam alma vakti gelmiştir. Nezâretimiz altında ve vahy ettiğimiz, bildirdiğimiz şekilde bir gemi yap! Zâlimler (kâfirler) hakkında bana duâ etme. Zirâ onlar (suda) boğulacaklardır. " (Hûd sûresi: 36-37) Nuh aleyhisselâm kendisine gönderilen vahiy üzer, ne hemen bir gemi yapmaya başladı. Geminin yapılmasında Cebrâil aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri üzerine yardımcı oluyor ve nasıl yapılacağını târif ediyordu. Nuh aleyhisselâm ve imân eden müminler de geminin yapılmasında çalıştılar. Geminin inşâsını gören putperestler; "Şimdi de marangozluğa mı başladın?" diyerek alay ediyorlardı. Hazret-i Nuh ise; "Benimle alay ediyorsunuz ama, rezil edici azâbın kime geleceğini ve kime sürekli azâbın ineceğini göreceksiniz. " diyordu. Nuh aleyhisselâm, yüzyılar boyu insanları Allahü teâlâya imân etmeye çağırdığı hâlde insanların imân etmemeleri sebebiyle helâk olmalarının yaklaştığı sırada son olarak şöyle dedi. "Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allah tarafından görevlendirildim. Bir ömür boyu size nasihat ettim. Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, sabır ve tahammül gösterdim. Bana, inananlara eziyet edip, incittiniz Allahü teâlâ yer yüzünü zulüm ve küfürden temizleyecek. Geliniz, dâvetimi kabul ediniz. Câhillik etmeyiniz Allahü teâlâya itâat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama, Allah'ın azâbı en kısa zamanda büyük bir tufan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime inanmayan herkes helâk olacaktır. Şu yaptığım gemi, imân edenlerin binip kurtuluşa ereceği gemidir. Allah'a imân etmeyen âsiler suda boğulacaktır. Kurtulmayı isteyen imân etsin ve benimle yolcu olsun. Bu benim, herkesin duyması gereken son sözümdür. " Nuh aleyhisselâmın son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar; "Ey Nuh, uzun yıllardan beri bu sözleri söylüyorsun. Şimdi de kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. bizi tufanla korkutuyorsun biz sana da söylediklerine de inanmıyoruz. " dediler. Nihâyet bir müddet sonra geminin yapımı tamamlandı. Hazret-i Nuh'un yaptığı ve üç katlı olduğı rivâyet edilen bu geminin ateş yanarak kazanı kaynayıp hareket ettiği (Buharlı bir gemi olduğu) Kur'ân-ı kerim'de açıkça bildirilmektedir. Hûd sûresi, 40 âyet-i kerimesinde meâlen buyruldu ki: "Nihâyet helak etme emrimizin azâbımızın vakti geldiği, tennûrun (fırının) taşıp fışkırdığı (yâhut gemi kazanının kaynadığı) zaman biz Nuh'a şöyle emreyledik ki, kendisinden faydanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine boğulma emri takdir edilenler hâriç âile halkında bir de imân edenleri gemiye yükle. zâten Nuh'a imân edenler pek az idi. " Gemiye binecekler hazır olunca hazret-i Nuh onlara, Allahü teâlânın ismiyle gemiye binmelerini söyledi. Bütün müminler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde Hazret-i Nûh ile gemiye bindiler. Nitekim Kur'ân-ı kerim'de meâlen buyruldu ki: "Nuh (aleyhisselâm) gemiye bineceklere; "Allahü teâlânın ismiyle girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü teâlânın irâdesiyledir. Benim Rabbim, müminleri mâğfiret edici ve merhametiyle tufân belâsından kurtaracıdır. " dedi. " (Hûd sûresi: 41) Yine Kur'ân-ı kerim'de meâlen buyruldu ki: "Ey Nuh sen ve berâberindekiler gemiye yerleşince; "Bizi zâlim (kâfir) milletten kurtaran Allah'a hamd olsun. Rabbim, beni hareketli bir yere indir sen, indirenlerin en hayırlısısın. " de. " (Mü'minin sûresi28-29) Nuh aleyhisselâm her hayvandan birer çift alıp, imân edenlerle birlikte gemiye yerleştikten sonra, gökten çok şiddetli bir yağmur yağmaya ve yerden de sular fışkırmaya başladı ve her şey suya gark oldu. Sular dağları aştı. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında kaldı. Nuh aleyhisselâm inanmayan putperest kavim boğularak helak olup gitti. Bu tûfan hâdisesi Kur'ân-ı kerim'de kamer sûresi 11 ve 12. âyette bildirilmektedir. Tûfan başladığı sırada Nuh aleyhisselâm imân etmeyen oğlu Yâm'a (Kenan), imân edip gemiye binmesini söyledi ise de oğlu; "Dağa çıkar sudan kurtulurum. " deyip binmedi. Bir dalga gelip onu da boğdu. Boğulanlar arasında hazret-i Nuhûn hanımı da vardı. O da imân etmemişti. Tûfan altı ay devam etti. Altı ay sonra Allahü teâlânın meâlen; Ey arz! Suyunu yut ve ey gök suyunu tut. " (Hûd sûresi 44) emriyle yağmur kesilip sular çekildi. Nuh aleyhisselâmın gemisi Muharrem ayının onunda aşure günü Irak'ta Cûdi Dağı üzerine oturdu. Bundan sonra insanlar Nuh aleyhisselâmın üç oğlundan türedi. Bu bakımdan Nuh aleyhisselâma ikinci Âdem denildi. Nuh aleyhisselâm bin yaşında vefât etti. Nuh aleyhisselâmın Sâm adlı oğlundan Arap, Fars ve Rum kavmi, Hâm adlı oğlundan ise Hindistan, Habeş ve Afrika halkı, diğer oğlu Yâfes'ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Nihâyet insanlar zamanla çoğalıp, Asya'ya, Avrupa'ya, Okyanusya'ya ve Berring (Behreng) Boğazından Amerika'ya geçerek bütün yeryüzüne yayıldılar. Nuh aleyhisselâm Kur'ân-ı kerim'de şekür (çok şükreden kul) sıfatıyla anılmış olup, birçok âyet-i kerimede ondan bahsedilmektedir. Ayrıca Kur'ân-ı kerim'deki sûrelerden biri de Nuh sûresi olup, bu sûrede Nuh aleyhisselâmdan bahsedilmektedir. Ülü'lazm peygamberler arasında Neciyullah (Allahü teâlâya karşı devamlı olarak teveccühte ve münâcaatta bulunup, ilâhi feyzleri alan) denilen Nuh aleyhisselâm hakkında Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerde buyurdu ki: "Melek-ül mevt (Azrail aleyhisselâm) Nuh'a (aleyhisselâm) geldiğinde dedi ki: "Ey Nuh ey peygamberlerin en büyüğü (en yaşlısı), ey uzun ömürlü ve ey duâsı kabul olunan! Dünyâyı nasıl gördün?" Nuh (aleyhisselâm) dedi ki: "Şüyle bir kimse gibi ki, kendisine iki kapısı olan bir ev yapılmış da birinden girmiş diğerinden çıkmıştır. " Mûcizeleri: 1-Nuh aleyhisselâmın kavminden bir fırka gelip, oturdukları beldedeki büyük taşları toprak yapmasını istemişlerdi. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâmı gönderip, "Resûlüme söyle, o taşlara eliyle işâret etsin. " buyurdu. Nuh aleyhisselâm da buyrulduğu gibi yapıp eliyle işâret edince, o beldede bulunan bütün taşlar birden toprak oldular. Bunun üzerine on iki kişi imân etti. 2-Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek şeyleri görüp haber verirdi. 3-Susuz yerlerden su çıkarırdı. 4- İşâretiyle ağaçlar kökünden sökülüp başka tere geçerdi. 5- Duâsıyla kuru ağaçlar hemen meyve verirdi. 6- Duâsıyla bulutsuz olarak yağmur yağardı. 7- Kum, toprak, kil gibi şeyler, onun duâsıyla yiyecek maddeleri hâline gelirdi. Gemisi Cûdi Dağının üzerine oturunca, insanlar açlıktan kurtulmak için yiyecek isteklerinde duâ edince bir miktar toprak ve kum yitecek hâline geldi ve bunu yediler. 8-İmân ederek gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasına rağmen, onun duâsıyla çok kısa zamanda çoğalarak arttılar. 9-Eliyle yere diktiği bir ağaç fidanı o anda çeşitli renklerde meyve verdi.


Semud kavmine gönderilmiştir.
SÂLİH ALEYHİSSELÂM

Semûd kavmine gönderilen peygamber. Hazret-i Âdem'in on dokuzuncu batından torunudur. Hûd aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği Ad kavmi, isyânları sebebiyle büyük bir azaba düşüp, helâk olmuştu. İmân ettikleri için bu azabtan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni yurtlar kurmak üzere çeşitli bölgelere dağıldılar. Bu dağılan insanlardan bir kısmı Semûd denilen kimsenin evlatlarıdır. Semûd kavmi, Şam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen bölgede yerleşmişti. Bu sebeble "Eshâb-ül-Hicr" de denilen bu kavim, gün geçtikçe çoğalıp büyüdü. Dokuz kabileden meydana geldi. Çok çalışıp, bağlar, bahçeler yetiştirdi. Çöllerin kuru sıcağından kurtulup, dağları oyarak tepelere saraylar, ovalara köşkler kurdular. Sanatta ve servette iyice ilerlediler. Ancak, zevk ve safâya düşüp daha önce kendilerine Hûd aleyhisselâm tarafından bildirilen, hak dinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Kabile reislerinin de zulme ve haksızlığa başlamaları üzerine, gittikçe çözülen, Semûd kavmi, nihâyet ağaçtan ve taştan putlar yapıp tapmaya başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek, tevhid esâsından, Allahü teâlâya imân etmekten tamâmen uzaklaştılar. Câhil ve azgın bir kavim oldular. Sâlih aleyhisselâm, bu kavim arasında herkesle iyi geçinen, fakirlere yardım eden, zayıfları koruyan ve üstün ahlâkıyla sevilen bir zâttı. Kırk yaşlarına geldiği sırada, Allahü teâlâ onu Semûd kavmine, doğru yolu göstermek üzere peygamber olarak gönderdi. Sâlih aleyhisselâm kavmini imâna dâvet edip, putlara tapmaktan, zulümden ve diğer bütün kötülüklerden uzak durmalarını ısrarla söyledi. Kavmine; "Gerçekten ben size gönderilen güvenilir bir peygamberim. Artık Allah'tan korkun, bana itâat edin. " diyerek dâvetini açıkladı. Sâlih aleyhisselâmın bu dâveti karşısında pek az kimse imân etti. Kavmin çoğunluğu imân etmemekte direndi. Servetlerine güvenen, zevk ve safâ içinde kendinden geçip, zulme başvuran inkârcılar, Sâlih aleyhisselâma; "Sen de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin!" diyorlar, onu, "büyülenmiş, yalancı" sayıyorlardı. Sâlih aleyhisselâm ise kavmini imâna davet etmeye devam ediyor ve şöyle diyordu:

Ey Semûd kavmi! Sizin içinde bulunduğunuz bu güzel bağ ve bahçelerde, bu yemyeşil ekinler, altın başaklarla, güzel hurmalarla ve çağlayan sularla berâber ebdi olarak burada kalacağınızı mı zannediyorsunuz? Bu evleri kim yaptı. Şimdi kim oturuyor, hiç düşünüyor musunuz? Bu bağların ve bahçelerin ilk sâhibleri kimlerdi, şimdi kim oturuyor? Belki onlar da sizin kendilerini burada ebedi kalacak zannediyorlardı. Fakat hepsi ölüp gittiler. Siz de gelip geçenler gibi öleceksiniz. Bunlar size kalmayacak. Âhirette, yaptıklarınızdan birer birer hesâba çekileceksiniz. Henüz fırsat eldeyken bana tâbi olun. Şunu iyi bilin ki, bugün sizi aldatıp, Allah'a isyân ettirenler, ilâhi azâbtan kendilerini de sizi de kurtaramayacaklardır. Çünkü onlar da sizin gibi âciz insanlardır. " Allahü teâlâ, Semûd kavmine isyân ve taşkınlıktan vaz geçmeleri için, kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. Semûdluların bir kuyu hâricindeki bütün suları kurudu. Sâlih aleyhisselâma kin ve öfkeyle gelen Semûdlular: "Ey Sâlih! Aramıza fesâd karıştırdın. Mallarımıza, çoluk-çocuğumuza, bize zarar verdin. Buradan çekil git. Yoksa seni öldürürüz. " dediler. Sâlih aleyhisselâm bir müddet onlardan ayrılıp tenhâ yerlere gitti. Bir müddet sonra tekrar dönüp Semûdluları imâna dâvet etti. Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselâmdan mûcize göstermesini istedi. Ancak mûcizeleri gördükleri hâlde yine imân etmediler. Yine bir gün Sâlih aleyhisselâma gelip: "Eğer doğru söylüyorsan, şu dağdaki sarp kayalardan kızıl tüylü ve doğurmak üzere olan bir dişi deve çıksın. O zaman sana imân ederiz. " dediler. Bunu istemekten maksatları akıllara durgunluk verecek, insanları şaşırtacak bir iş isteyip, yapmamasını ve mahcup olmasını düşündüler. Sâlih aleyhisselâm; "Allahü teâlâ her şeye kâdirdir, böyle bir mûcize görürseniz, dağdan akan pınar suyunun bir gün deveye, bir gün size âit olmasına râzı mısınız?" dedi. Semûd kavmi böyle bir şey olamayacağını düşünerek: "Bu şartı da kabul ediyoruz. " dediler.

Sâlih aleyhisselâmın bu şarttan maksâdı; dağdan gelen pınar suyunun az olması ve zagın insanların sâhiplenmesi sebebiyle zor durumda kalan kimselere yardımcı olup, devenin hissesi olan suyu fakir ve zayıflara vermekti. Sâlih aleyhisselâm onlara; "Benimle sözleştiğinizi unutmayın, şâyet deve çıkınca ona bir zarar verirseniz ve verdiğiniz sözlerde durmazsanız acı bir azâba uğrarsınız. " dedi. Semûd kavmi; "Sen deveyi çıkar, her istediğini kabul edeceğiz. Aksine bir iş yaparsak azâbı da kabul ediyoruz. " dediler. Nihâyet devenin çıkmasını istedikleri dağın kayalıkları önünde toplanıp, beklemeye başladılar. Sâlih aleyhisselâm böyle bir mûcize vermesi için Allahü teâlâya duâ etti ve duâsı kabul oldu. Kaya yarılıp, arasından istedikleri gibi bir deve çıktı. Deve, iki yana dizilip hayret ve şaşkınlıktan donakalan Semûd kavmi arasından salına salına yürümeye başladı. Sonra da bir yavru doğurdu. Bu mûcizeyi görenlerden bir kısmı imân etti. Diğer bir kısmı ise menfaatlerinin ve zulümlerinin ortadan kalkacağını görerek bir türlü imân etmediler. Sâlih aleyhisselâm onlara sözlerinde durmalarını, aksi takdirde ağır bir azâba düşeceklerini söyledi. Fakat inad ve inkârdan vazgeçmediler. Suyun taksimi işi de kendilerine ağır gelip kendilerine göre çâreler aramaya başladılar. Mûcize olarak kayadan çıkan deve, yavrusuyla birlikte her tarafı dolaşıyor, su içme nöbeti olduğu gün de suyun başına gelip suyu tamâmen içiyordu. Su içmesi de ayrı bir mûcize olup tonlarca su içiyor, su vücûdunda kayboluyordu. Suyu içip bitirince, su çıkan yerde oturuyordu. İmân edenler, ondan bir kabiliye yetecek kadar bol süt sağıyorlar, sütten içeyor ve yiyecekler yapıyorlardı. Böylece inananların imânı kuvvetlenir, inkârcıların kinleri artardı. Bu mûcize karşısında âciz kalan Semûd kavmi deveyi öldürmeyi plânlıyordu. Nitekim, Sâlih aleyhisselâmın nasihat edip, imân etmeye çağırdığı bir sırada, onlar, su içmekte olan deveyi göstererek; "Güyâ şu deveyi öldürsek biz helâk olacakmışız! Onu öldürelim de gör!" dediler. Nihâyet çeşitli plânlar kurarak deveyi öldürdüler. Sonra da Sâlih aleyhisselâma; "İşte deveyi öldürdük. Eğer sözledişin gibi bir peygambersen sözlediğin azâbı getir. " dediler. Sâlih aleyhisselâm bu azgın kavme şefkat ve merhâmetle nasihat edip; "Ey kavmim! Nedir bu yaptığınız? Sizin için bir imtihan vesilesi olan deveyi de öldürdünüz. İnkârda ve günâhkarlıkta ısrar ettiniz. Buna rağmen tövbe kapısı açıktır. Neden azâbın gelmesini istiyorsunuz, tövbe ediniz!" dedi. Bu son dâvete de sert cevaplar veren Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselâmı, âilesini ve imân edenleride öldürmeyi plânlamaya başladılar.

Sâlih aleyhisselâm bu azgın kavme şöyle dedi: "Yurdunuzda üç gün daha kalın, birinci gün yüzünüz sararacak, ikici gün kızaracak, üçüncü gün siyahlaşacak, dördüncü gün ise üzerinize azâb gelerek sizi helâk edecektir!" Sâlih aleyhisselâmın söylediği bu günler gelip çattı. Bu sırada Semûd kavmi Sâlih aleyhisselâmı ve inananları öldürme teşebbüsüne giriştiler. Onlar harekete geçmeden, Cebrâil aleyhisselâm gelip, durumu Sâlih aleyhisselâma bildirdi. Sâlih aleyhisselâm da imân edenlerle birlikte oradan uzaklaşıp gitti. Birinci günde bâzı hâller zuhûr etti. Devenin bastığı yerlerde kanfışkırdığı, ağaçların yapraklarının kızardığı, kuyu suyunun kan renginde ve insanların yüzlerinin sapsarı olduğu görüldü. İkinci gün de Semûdluların yüzleri kana boyanmış gibi kıpkırmızı oldu. Bu belirtileri gören Semûdlular azâbın geleceğini kanâat getirip feryât ettiler. Yüzlerinin siyahlaştığı üçüncü gün, evini sarıp hücum ettikleri Sâlih aleyhisselâmın, şehirden çıkıp gittiğini anladılar. O gün, gece yarısından sonra, sabaha karşı şiddetli bir sarsıntı ve dağlardan fışkıran ateş ile Semûd kavminin yurdu altüst oldu. Sayhanın (sarsıntının) şiddetinden hepsinin ödleri patladı. Hepsi helâk olup gittiler. Bundan sonra da yurtları hiç mâmur edilmedi. Sanki hiç insan yaşamamış bir yer hâlini aldı. Semûd kavmi helâk edildikten sonra Sâlih aleyhisselâm, imân edenlerle birlikte gelip, yerle bir edilen şehre ibretle bakarak; "Ey kavmim! Sizden hiçbir ücret istemeden, sizi sâdece Allahü teâlâ imân etmeye dâvet ettim ve bunu size nice nasihatlar yaptım. Fakat siz dinlemediniz. Sonra bu azâba uğradınız!" dedi. Sâlih aleyhisselâm, kavminin helâkinden sonra kendisine imân edenlerle birlikte Mekke'ye veya Şam taraflarına gitti. Remle kasabasına yerleşti. Hadramût tarafına gittiğine dâir rivâyetler de vardır. Kur'ân-ı kerimin değişik âyet-i kerimelerinde Sâlih aleyhisselâmdan ve kavminden bahsedilmekte olup, Semûd kavminin helâk edilişi meâlen şöyle bildirilmektedir. Semûd kavmine gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik de onlar, körlüğü (câhillik ve sapıklığı) hidâyete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları (işledikleri) günâh yüzünden şiddetli azap yıldırımı yakalayıverdi. İmân edip de azâbımızdan korkanları ise kurtardık. (Fussilet sûresi: 17- 18)

MÛCİZELERİ:

1- Kayadan deve çıkartması. 2- Sâlih aleyhisselâmın kavminin bulundukları yerde hamt denilen meyvesiz ağaçlardan başka ağaç yoktu. "Hak peygambersen, bu ağaçlar meyve versin!" diye kendisine mûcize teklifinde bulundular. Sâlih aleyhisselâm duâ edince, bu ağaçların hepsi çeşit çeşit meyveler verdi. 3- Sâlih aleyhisselâmın duâsı bereketiyle büyük taştan su çıkmıştır. 4- Sâlih aleyhisselâmın çadırına ateş tesir etmemiştir. Şöyle ki, kavmi koyuncu idi. Senenin bâzı aylarını sahralarda, yaylalarda çadır kurarak geçirirlerdi. İmân etmeyenlerden biri, gizlice Sâlih aleyhisselâmın çadırını ateşe verince, çadır yanmağa başladı. Bunun üzerine kavminden kâfir olanlar; "Hak peygamber isen, çadırındaki yangını söndür!" diye alay etmeye, eğlenmeye başladılar. Hazret-i Sâlih, yangının sönmesi için duâ edince, kendi çadırı kurtulup, ateş kâfirlerin çadırlarına geçti ve hiçbir çadır kalmayıp, içindeki eşyâlarla berâber, yanıp kül oldu.


İsrâiloğullarına gönderildi.
ŞEM'ÛN ALEYHİSSELÂM


Her hayvanın dilini bilirdi.
SÜLEYMAN ALEHİSSELÂM

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Dâvûd aleyhisselâmın oğludur. Yâkûb aleyhisselâmın neslindendir. Kudüs yakınlarındaki Gazze şehrinde doğdu. Hem peygamber hem sultandı. Çocokluğundan beri bilgili, iyilik ve adâleti seven biri olarak tanınmıştı. On iki yaşındayken babasının yerine geçip, sultan oldu. Daha sonra kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik verildi. Dünyâda hâkim olan dört kişiden biridir. Ona peygamberlik verildiği Kur'ân-ı kerimde En'âm sûresi 84. âyette bildirilmektedir. Süleymân aleyhisselâm; "Yâ Rab! bana hiçbir kimsede bulunmayan bir kudret ve devlet ihsân eyle. " diye duâ etti. Duâsı kabul edilip, cinlerin, rüzgârın ve hayvanların da insanlar gibi Sülaymân aleyhisselâma itâat etmeleri emredildi. Kendisine ism-i âzam duâsı, bütün mahlûkâtın dili ve ililerin sırları öğretildi. Peygamberlikle birlikte ihsân edilen ilim, hikmet ve sultanlık kudretini, insanları doğru yola kavuşturmakla ve daha iyi bir hayat yaşamaları için kullandı. Şehirlerin kurulması, yeryüzünün imârı, yeşillendirilmesi, fen ve sanatta ilerlemesi için emrindekilerin herbirine iş taksimi yaptı. Yolların yapılması, taşların yontulup kazılması, demircilik ve derin sulara dalgıçlık gibi zor işleri cinlere verdi. Çiftçilik, çobanlık, ticâret, sanat gibi işleri de insanlara verdi. Hayvanları da nöbet tutma, yük taşıyıp çekme gibi işlerle görevlendirdi. İnsanlardan, cinlerden ve hayvanlardan büyük bir ordu kurdu. Hepsi ona tâbi olup, emrine itaat etti. Süleymân aleyhisselâma verilen bu nimetler Kur'ân-ı kerimde bildirilmektedir. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hadis-i şerifte, onun duâsı hakkında şöyle buyurdu: "Süleymân aleyhisselâm, Beyt-i Makdis'in binâsını bitirdikten sonra, Allahü teâlâdan üç dilekte bulunmuştur: Kendisinden sonra kimseye nasip olmayan ir mülk ve saltanat, ilâhi hükme uygun hüküm verme kudretinin bahsedilmesi. Yanlız namaz kılmak için Mescid-i Aksâ'yı kastedip gelenlerin analarından doğdukları gibi günahsız hâle gelmeleri. Allahü teâlâ bunlardan ilk ikisini Süleymân aleyhisselâma vermiştir. Üçüncü dileğinin dekabul edilmiş olmasını umarım. " Babasının temelini attığı, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'yı yapmaya devâm etti. Yedi senede pek sanatkârâne bir şekilde tamamladı. Daha sonra, Kudüs'te büyük bir saray inşâ etmeye başlayıp, on üç senede tamamladı. Bu binâların yapımı sırasında insanlardan ve cinlerden pekçoğu Süleymân aleyhisselâmın emrinde çalışmışlardı. Süleymân aleyhisselâmın zamânında barış, imâr, sanat ve ilim iyice ilerlemişti. Mescid-i Aksâ inşâedilip, çeşmeler, su kanalları yapıldı. Köprüler, barajlar ve evler inşâ edildi. Hükmetinin ve büyüklüğünün şöhreti bütün dünyâya yayıldı. Zamânındaki bütün pâdişâhları ve ileri gelenleri doğru yola sevk etti. Onun zamânında muhteşem bir saltanata sâhip olan Yemen'de, Sebe şehrinde hüküm süren Belkıs'a mektup yazıp, Filistin'e çağırdı. O da gelip, Süleymân aleyhisselâmla görüşerek imân etti. Belkıs'ın Süleymân aleyhisselâmla mektuplaşması ve Kudüs'e gelmesi Kur'ân-ı kerimde Neml sûresinde uzun beyân olunmaktadır. Süleymân aleyhisselâm, Akabe Körfezinden Fırat kenarına kadar, kırk sene adâletle hüküm sürdü. Diğer hükümdârlar da kendisine bağlılıklarını bildirdiler. Ticâret gemileri yapıp, Kızıldeniz ve Umman Denizinde ticâret yaptırdı. Rüzgâr onun emrine verilmişti. Rüzgâra bibip dilediği yere tahtıyla birlikte kısa zamanda giderdi. Makâmına oturduğunda ve meclis kurduğunda kuşlar üzerine gelip, kanatlarını yanyana gererek bir bulut gibi gölge yaparlar, güneş ve yağmurdan korurlardı. Süleymân aleyhisselâm, beyaz tenli, güzel, nûr yüzlü, saçı sakalı gür olup, beyaz elbise giyerdi. Çok edebli, hep Allah'tan korkar, alçak gönüllü, yüksek şanlıydı. Miskin ve fakirlerle oturur; "Miskinin miskinlerle oturması uygundur. " buyururdu. Ömrünün son ânına kadar Allahü teâlânın takdir ettiği izzetle insanları doğru yola sevk etti. Herkes tarafından sevilmiş olup, hiç kimse onun söylediklerine itiraz etmiyor ve onun emri dışına çıkmıyordu. Süleymân aleyhisselâm, bir gün yapılmakta olan büyük bir sarayın inşâsını kontrol etmeye gitmişti. Bu binâ bir su kıyısında çok heybetli bir saraydı. Ustalar işciler, cinler, sarayın tamamlanmasıyla meşguldüler. Sarayın balkonuna çıkıp, kendisini yanlız bırakmalarını, hiç kimsenin yanına yaklaşmamasını emretti. Sonra da balkonun kenarına âsasını (bastonuna) dayanıp durdu ve etrâfı seyrederek tefekküre başladı. Bu sırada ömrü bitip, eceli gelmişti. Azrâil aleyhisselâm gelip; "Şu an dünyâdaki hayâtının son ânıdır. " dedi. Süleymân aleyhisselâm: "Allahü teâlânın takdiri her ne ise o haktır. Rabbime hamdolsun ki, aslâ kimseye zulmetmedim. Rabbimin emrine itaat etmekte gecikmedim. Herkesin dönüşü Allahü teâlâyadır. Görevlendirildiğin emri yerine getir. " dedi. Süleymân aleyhisselâm asâsına dayandığı halde ayakta vefât edip, uzun bir müddet öylece kaldı. Saray inşâsında çalışanlar ise her gün işlerine muntazaman devâm ediyor, halk da oraya gelip gidiyordu. Süleymân aleuhisselâmı uzakta, ayakta durur vaziyette görüyorlardı. Fakat vermiş olduğu emir üzerine hiç kimse yanına yaklaşmıyordu. Nihâyet asâsının yere temas eden kısmını güve kurdu yiyip asâ kırılınca, cesedi yere yıkıldı. O zaman bu hâlini görenler vefât ettiğini anladılar. Bu husus Kur'ân-ı kerimde Sebe sûresi 14. âyette bildirilmektedir. Süleymân aleyhisselâm her yere hükmettiğinden, zamânında herkes imân etmiş, yeryüzündeki pek az imânsız kimse kalmıştı. Vefâtından sonra, İsrâiloğullarının arasındaki birlik bozuldu, İlyas ve Elyesa aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiler. Kur'ân-ı kerimde Bakara 102; Nisâ 163; En'âm 84; Enbiyâ 81, 82; Sebe 12, 21; Neml 15'ten 44'e kadar; Sad 30'dan 40'a kadar olan âyetler Süleymân aleyhisselâm hakkındadır. Süleymân aleyhisselâm, Mescid'i Aksâ'ya Mûsâ aleyhisselâmdan beri nesilden nesile geçerek gelen, Tevrât'ın içinde bulunduğu Ahid sandığını (Tâbût-i Sekineyi) koydu. Çünkü Mûsâ aleyhisselâm, ümmetinin âlimlerinden, Tevrât'ın Ahid sandığına konularak muhâfaza edilmesini istemişti. Bu durum Mescid-i Aksâ'nın Buhtunnasar tarafından yıkılmasına kadar devâm etti. Buhtunnasar, Kudüs'ü alınca, şehri yakıp yıktı. Mescid-i Aksâ'da bulunan altın, gümüş ve diğer mücevherleri alıp Bâbil'e götürdü. Buhtunnasar'ın Kudüs'ü yağmalaması esnâsında, hakiki Tevrât ve Zebûr yakılıp yok edildi. Muhtelif kimselerin hatırlarında kalan âyetlerini yazmaları neticesinde, Tevrât isminde birbirlerini tutmayan çeşitli risâleler ortaya çıktı. Milâddan yaklaşık dört yüz sene evvel yaşamış olan Azra bunları topladı ve şimdiki Ahd-i Atik'teki Tevrât'ı yazdı. Süleymân aleyhisselâmın dokuz çeşit mûcizesi vardır. Mûcizeleri: 1-Sebe sûresi on ikici âyetinde bildirildiği üzere, rüzgârlar emri altındaydı. 2-Süleymân aleyhisselâm denizi geçmek istediği zaman, suyu çekilerek yol açalır, geçtikten sonra yine kapanırdı. 3- Âyet-i kerimede bildirildiği üzere, bütün cinniler emrindeydi. Ne zaman istese, kendisine, büyük büyük köşkler, sûretler, çanaklar, sâbit çömlekler, tencereler yaparlardı. 4-Süleymân aleyhisselâmın bir mührü vardı. Üzerinde ism-i âzam duâsı yazılıydı. O duâ ile her istediği kolay olurdu. 5- Karıncalara varıncaya kadar her hayvanın sesini işitir, dillerini anlardı. 6-Nereye gitmek istese, rüzgâr emride olduğından, kürsüsünü kaldırır, kürsüsünü berâberinde götürürdü. 7-Cinniler vâsıtasıyla denizdeki incileri, cevherleri yerde bulunan defineleri bilirdi. Kendisine Allahü teâlâ tarafından bildirilmeyen birşey yoktu. 8-Neml Vâdisinde, maiyetiyle berâber bir dağ üzerine konup, kaldığı esnâda o dağın yeşillik, çimenlik olması için, mübârek ellerine bir miktar su alıp, avucuyla o dağa serpti. Derhâl dağın üzeri çayırlık çimenlik oluverdi. 9-Süleymân aleyhisselâm bir yere gittiği vakit, berâberinde duvarlar da giderdi.


Âdem aleyhisselâmın oğludur.
ŞİT (ŞİS) ALEYHİSSELÂM

Adem aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamber. Âdem aleyhisselâmın oğludur. Âdem aleyhisselâmın oğullarından Hâbil ile Kâbil çıkan anlaşmazlık neticesinde Kâbil, Hâbil'i öldürünce, Allahü teâlâ hazret-i Âdem'e, Hâbil'e karşılık ihsân olarak, yeni bir oğul verdi. Âdem aleyhisselâmın bütün çocukları ikiz olarak doğduğu hâlde, Şit aleyhisselâm tek doğdu. Şit adı verilen yeni oğlun ismi İbrânice olup, Arapça karşılığı "Allah'ın hibesi" mânâsınadır. İsmine "Şis"de denilmiştir. Âdem aleyhisselâmın oğullarından Kâbil, Hâbil'i şehit ettikten sonra doğmuş olan Şit aleyhisselâm, son peygamber Muhammed aleyhisselâmın nûrunu alnında taşıyordu. Bu sebeple Âdem aleyhisselâm onu pek fazla seviyordu. Bütün evlâdı üzerine onu reis yaptığı gibi, vefât edeceği sırada da bütün yeryüzünün halifeliğine onu tâyin etti. Bu hususta vâsiyette bulundu. Ayrıca ilâhi sırları bildirip, bütün ilimleri öğretti. Peygamber efendimizin nûruyla ilgili olarak oğlu Şit aleyhisselâma şöyle vasiyet etti: "Oğlum Alnında parlayan bu nûr, son peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bunûru mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da şöyle vasiyet et. " Şit, bu vasiyet üzerine sâliha bir kızla evlendi. Sonra evlâtlarına daböyle vâsiyet ettiler. Onlar da bu vasiyete uyup öylece devâm ettiler. Âdem aleyhisselâmın vefâtından sonra, Allahü teâlâ, Şit aleyhisselâma peygamberlik verdi. Elli sayfa (forma) küçük kitap indirdi. Bu kitaplarda hikmet ilmi, matematik, sanâyi bilgileri, kimyâ ilmi ve daha birçok şeyler bildirilmiştir. Şit aleyhisselâm zamânında insanlar çoğalıp, her tarafa yayıldılar. Onlara Allahü teâlânın emirlerini bildirip imân etmeye çağırdı.

Şit aleyhisselâmın dininin esasları, Âdem aleyhisselâmın bildirdiği dinin esaslarına uygundu. Şit aleyhisselâm ekseriyâ Şam'da ikâmet edip, insanlara, Allahü teâlâya imân etmeyi ve emirlerine uymayı bildirerek tebliğ vazifesini yaptı. Bin şehir kurup, hudutlarını tespit etti. Şit aleyhisselâmın çocukları ve torunları imâr ettikleri şehirlerde yaşayıp, Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle meşgul oldular. Gâyet huzurlu bir hayat sürdüler. Aralarında düşmanlık buğz ve haset yoktu. Kötülüklerden, haramlardan ve isyândan uzak dururlardı. Şit aleyhisselâm, Şam'dan Yemen tarafına gidip, azgın ve sapık bir hâlde yaşayan Kâbil'in oğullarını Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Fakat bu kavim, Şit aleyhisselâmın dâvetini kabul etmeyip, sapıklıklarında ısrâr ettiler. Şit aleyhisselâm, onlarla savaş yaptı. Bu savaşta kılıç kullandı. İlk kılıç kullanan odur. Yemendeki bu azgın kavmin bir kısmını kılıçtan geçirdi, bir kısmını da esir aldı. Babası, Âdem aleyhisselâmla veya kardeşleriyle Kâbe'yi balçık çamuru kullanarak taştan yaptı. Son peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûru Şit aleyhisselâmdan onun oğlu Enûş'a geçti. Şit aleyhisselâm, oğlu Enûş'a, babası Âdem aleyhisselâmın, Muhammed aleyhisselâmın nûruyla ilgili olarak kendisine yaptığı vasiyeti yaptı ve Enûş'u yeryüzüne halife tâyin ederek vefât etti. Ömrünün dokuz yüz on iki veya dokuz yüz elli yâhut da dokuz yüz sene olduğu rivâyet edilmiştir. Peygamberliğininse, iki yüz seksen iki veya iki yüz on iki yâhut da iki yüz kırk iki sene olduğu rivâyet edilmiştir. Şit aleyhisselâmdan sonra, çoğalarak yeryüzüne dağılan insanlar, zamanla doğru yoldan uzaklaşıp, çok azgınlık gösterdiler. Allahü teâlâ onlara İdris aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi. Şit aleyhisselâm Âdem aleyhisselâmın öteki evlâtlarının hepsinden güzel ve faziletliydi. Sûret ve sirette yâni hâl ve yaşayışta tıpkı babasına benzediği için Âdem aleyhisselâm onu diğer evlâtlarından çok severdi.


Mûsâ aleyhisselâmın kayınpederidir.
ŞUAYB ALEYHİSSELÂM

Medyen ve Eyke ahâlisine gönderilen peygamber. İbrâhim aleyhisselâm veya Sâlih aleyhisselâmın neslindedir. Soyu anne tarafından Lût aleyhisselâmın kızına ulaştığı ve Eyyûb aleyhisselâmla teyze oğulları oldukları rivâyet edilmiştir. Mûsâ aleyhisselâmın kayınpederidir. Kavmine güzel söz söylemesi, tatlı ve tesirli hitâb etmesi sebebiyle kendisine Hatib-ül-enbiyâ (peygamberlerin hatibi) denildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâma bildirilen dinin emir ve yasaklarını tebliğ etti. Arabistan Yarımadasının kuzeybatısında Hicâz'la Filistin arasında Kızıldeniz sâhilinde yer alan Akabe körfezinden Humus Vâdisine kadar uzanan Medyen bölgesinde doğup büyüyen Şuayb aleyhisselâm, o kavmin asil bir âilesine mensuptu. Gençliği, dedelerinden Medyen adlı bir şahsın etrâfında toplandıkları için bu adla anılan Medyen halkı arasında geçen Şuayb aleyhisselâm, azgın ve sapık kavmin kötülüklerinden yzak yaşar, babasından kalan koyunlarıyla meşgul olur ve namaz kılardı. Medyenliler atalarının doğru yolunda ayrılmışlar ve kötü yollara sapmışlardı. Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeyi bırakmışlar, kendi elleriyle yaptıkları putlara ve heykellere tapıyorlardı. Medyen, ticâret kervanlarının gelip geçtiği yollar üzerinde olduğundan ticâretle uğraşıyorlardı. Yaptıkları alış-verişte muhakkak hile yapıyorlardı. Yiyecek maddelerini alıp, stok yapıyorlar, pahalanınca fâhiş fiyatla satıyorlardı. Ölçü ve tartı için iki değişik ölçek kullanıyorlar, alırken büyük ölçekle alıyorlar, satarken küçük ölçekle veriyorlardı. İnsanların yollarını kesiyorlar, onların mallarına zorla el koyuyorlardı. Yol üstünde durup, bilhassa yabancı ve gariblerin mallarını çeşitli hilelere başvurarak ellerinden alıyorlardı. Ayrıca sâhip oldukları pekçok nimetin şükrünü yapmayıp, nankörlük ediyorlardı. Allahü teâlâ onlara, doğru yola dâvet etmek için Şuayb aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi. Şeayb aleyhisselâm onlara nasihatlerde bulunup, Allahü teâlâya şirk koşmamalarını ve yanlızca o'na ibâdet etmelerini, alış-verişte, ölçü ve tartıda haksızlık ve hile yapmamalarını, yeryüzünde bozgunculuk yapmamalarını söyledi. Kötülüklere devâm ettikleri takdirde azâba uğrayacaklarını, vazgeçtikleri takdirde mükâfâta kavuşacaklarını söyledi. Fakat azgın Medyen kavmi, Şuayb aleyhisselâmın sözlerini dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Ona inananları tehdit ettiler. Şuayb aleyhisselâm, bütün sıkıntı, eziyet ve horlamalara rağmen, Medyenlileri doğru yola dâvete devâm etti. İbret olarak isyânları sebebiyle helâk edilen Nûh aleyhisselâmın gönderildiği kavmin, Hûd kavminin, Lût kavminin başına gelen azapları ve helâk olmalarını anlattı. İnkârdan vazgeçip imân etmelerini, mağfiret dilemelerini, aksi hâlde kendilerinin de isyân edip, helâk olan kavimler gibi azâba düşeceklerini ve helâk olacaklarını aöık bir lisanla anlattı. Onun peygamberliği Şam'a kadar duyulmuştu. Pekçok kimse gelerek Şuayb aleyhisselâma imân etmekle şereflendiler. Fakat Medyenliler yolda durup, Şuayb aleyhisselâma gelenlere mâni olmaya çalıştılar. Şuayb aleyhisselâmı ve ona inananları kendi sapık dinlerine dönmedikleri takdirde yurtlarından çıkaracaklarını söyleyip, tehdit ettiler. Şuayb aleyhisselâm azgın Medyen halkının, bütün nasihatlerine rağmen imâna gelmelerinden ümit kesince, onları Allahü teâlâya havâle etti. Şuayb aleyhisselâm Allahü teâlâya; "Yâ Rabbi! Bizimle kavmimiz arasında hak ile hüküm ver. Sen hükmedicilerin hayırlısısın. " diye duâ etti. Azgınlıklarına ve inananlara karşı düşmanlıklarına devâm eden Medyen halkı üzerine, Allahü teâlâ azâp gönderdi. Cebrâil aleyhisselâmın bir sayhası ve bir zelzeleyle onların hepsini helâk etti. Hepsi yok oldular. Sanki onlar o beldede yaşamaışlardı. Şuayb aleyhisselâm ve ona inananlar kurtulup Medyen'e yakın bir yerde, yeşillik, ağaçlık ve bolluk içinde bir şehir olan Eyke'ye giderek, oradaki insanlara doğru yolu göstermekle vazifelendirildi. Medyen halkının bütün husûsiyetlerini taşıyan Eyke halkı, parayı tartı ile alırlar, kenarlarından kırptıktan sonra, tâne ile verirlerdi. Alış-verişlerinde karşı tarafdakine muhakkak zarar verirler ve onu aldatırlardı. alırken ucuz ve fazla fazla alırlar, satarken pahalı ve eksik verirlerdi. Yolcuları soyarlar, putlara taparlardı. Şuayb aleyhisselâma inanmak için gelenleri vaz geçirmek için çalışırlar, Şuayb aleyhisselâma yalancı derlerdi. İstekleri olmazsa, tehditte bulunup, eziyet ederlerdi. Şuayb aleyhisselâm Eyke halkını Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Eyke halkı Şuayb aleyhisselâmdan mûcize istediler. Şuayb aleyhisselâm çevredeki putlara hitâp edip; "Rabbiniz kimdir? Ben kimim? Söyleyin!" dedi. Taş ve ağaçtan yapılmış cansız birer varlık olan putlar dile gelip; "Rabbimiz ve yaratıcımız Allahü teâlÂdır. Yâ Şuayb! sen ise Allahü teâlânın peygamberisin!" dediler ve kâidelerinden yere düşüp paramparça oldular. Bir mûcize karşısında bâzı kimseler imâna geldi. İnanmayanlar da azgınlıklarını daha da arttırdılar. Şuayb aleyhisselâm son defâ ikâz edip, puta tapmaktan vaz geçmelerini, Allah'a imân etmelerini ölçü ve tartıda adâletli olmalarını ve her türlü zulümden vazgeçip, kurtulmalarını söylediyse de inkâr edip inanmadılar. Alay ettiler, yalancısın, sihirbazsın, büyülenmişsin dediler. İmân etmeyeceklerini açıkca söyleyip; "Eğer sen doğru sözlüysen, bize gökten azap indir. " dediler. Şuayb aleyhisselâm bu azgın kavmi Allahü teâlâya havâle etti. Allahü teâla onlara isyanları sebebiyle şiddetli bir azap göndererek hepsini helâk ettiler. Önce ortalığı kasıp kavuran şiddetli bir sıcaklığa tutuldular. sular fokur fokur kaynadı. Susuzluktan kıvranıyorlar sıcak suları içtikçe içleri yanıyordu. Çâresizlikten gölge ve içecek su arıyorlar, bir tarafdan bir tarafa koşuyorlardı. Bu hâl yedi gün devâm etti. Sekizinci gün ufukta koyu gölgeli siyah bir bulut çıkıp yükseldi. Bunu gören Eykeliler serinlemek için koşup hepsi bulutun altında toplandılar. Onlar bulutun altına toplanır toplanmaz buluttan üzerlerine şiddetli bir ateş yağmaya başladı ve hepsi ateş altında helâk olup, gittiler. Eykelilerin helâl edildiği bugün, Kur'ân-ı kerimde (gölge günü) olarak bildirilmekte ve meâlen şöyle buyurulmaktadır: "O gölge (zılle) gününün azâbı onları yakalıyıverdi. Gerçekten o azap büyük bir günah azâbı idi." (Şuarâ sûresi: 189) Şuayb aleyhisselâm, Eyke ahâlisinin helâk olmasından sonra, inananlarla birlikte Medyen'e gidip yerleşti. İnananlardan birinin kızıyla evlendi. İki kızı oldu. Kızlar büyüdü. Kendisi iyice yaşlandı. Allah korkusundan çok göz yaşı döktü. Gözleri zayıfladı, vücudu kuvvetten düştü. bu sırada Mısır'dan çıkıp Medyen'e gelen Mûsâ aleyhisselâm, kuyu başında koyunlarını sulamak için bekleyen Şuayb aleyhisselâmın kızlarına yardım ederek, koyunlarını suladı. Şuayb aleyhisselâm ücret vermek için onu evine dâvet etti. Onu emin güvenilir bir kimse olarak görüp, koyunlarına çoban tuttu. Sekiz sene koyunlarını gütmesi şartıyla kızlarından birini ona nikâhladı. Mûsâ aleyhisselâm orada on sene kaldı. Çocukları oldu. Daha sonra Mısır'a göç etti. Sıhhati düzelip gözleri açılan Şuayb aleyhisselâm, her sene Medyen'den Mısır'a giderek kızı va damâdını ziyâret etti. Bir müddet sonra da orada vefât etti. Vefâtından 300 yaşında olduğu rivâyet edilmiştir. Şuayb aleyhisselâm çok namaz kılardı. Tevrât'ta ismi Mikâil olarak bildirilmiştir. Kur'ân-ı kerimde A'râf, Şuarâ, Hûd ve Ankebût sûrelerinde Şuayb aleyhisselâm, Medyen ve Eyke kavimleri hakkında âyet-i kerimeler mevcuttur. Şuayb aleyhisselâmın altı çeşit mûcizesi vardır. Mûcizeleri: 1-Hazret-i Şuayb'ın duâsı bereketiyle, koyunlardan doğmuş siyah kuzuların hepsi beyaz olmuştur. 2- Hazret-i Şuayb'ın duâsı bereketiyle taşlar toprak olmuştu. Şöyle ki: Medyen kasabası dağlık, taşlık bir yer olduğundan: "Hak peygamber iseniz, duâ ediniz, şu daplar kalkıp, yerimiz geniş olsun. " diye teklif etmişlerdi. Şuayb aleyhisselâm duâ edince, cenâb-ı hak duâsını kabul edip, elini o dağ ve taşlar üzerine koy, diye emreyledi. Elini koyunca hepsi toprak oluverdi. 3-Şuayb aleyhisselâmın duâsı bereketiyle Medyen'de bâzı taşlar koyun olmuştur. Şöyle ki, kendilerinin hiç koyunu olmadığı için kavmi, bizim koyunlarımızı elimizden almak için Şuayb buraya gelmiştir diye söz etmişlerdi. Hazret-i Şuayb bunu işitince, çok üzülüp, kendinin de koyunu olması için cenâb-ı hakka duâ eyledi. Cenâb-ı Hak duâsını kabul edip, orada bulunan taşlara eliyle işâret etmesini emreyledi. Hazret-i Şuayb işâret ettiği anda o taşlar koyun oluverdi. Bu sûretle koyunları kavminin koyunundan birkaç misli fazla oldu. O koyunları sekiz, yâhut on sene hazret-i Mûsâ'ya güttürüp, kızını da ona verdiği meşhurdur. 4-Hazret-i Şuayb, bir yerin taşları etrâfında dönünce, o taşlar hemen bakır olup, ahâli bununla pek zengin olmuştur. 5- Hazret-i Şuayb'ın duâsı bereketiyle kum tepeleri yerinden kalkmıştır. 6-Hazret-i Şuayb, bir dağa çıkmak istediği zaman, dağ âdeta devenin oturup kalktığı gibi, Şuayb aleyhisselâm çıkıncaya kadar küçülür, çıktıktan sonra evvelki hâli gibi büyük bir dağ olurdu.


Velî veyâ peygamberdir.
UZEYR ALEYHİSSELÂM

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden veya velilerden. İsmi; Kur'ân-ı kerimde bildirilmiş olup, peygamber olup olmadığı açıkca bildirilmemiştir. Babasının ismi Şureyha olup Hârûn aleyhisselâmın neslindendir. İsrâiloğullarını Tevrât'ın hükümlerine uymaya dâvet etmiştir. İsrâiloğulları Allah'ın oğlu diye iftirâda bulunmuşlardır. Kudüs'te doğdu ve Kudüs'te vefât etti. Uzeyr aleyhisselâm küçük yaşından itibâren, Tevrât ilmini öğrenip Tevrât'ı ezbere bilen sayılı kimselerden oldu. Allahü teâlâ ilâhi emirlerden yüz çevirip, peygamberlerin nasihat ve ikâzlarına kulak tıkayan ve çeşitli azgınlık ve taşkınlıkta bulunan isrâiloğullarına Bâbil hükümdarı Buhtunnasar'ı cezâ olarak musallar etti. Kalabalık bir orduyla Şam ve Ürdün bölgelerini istilâ edip, savunmasız insanları zâlimce öldürten Buhtunnasar kudüs'ü de istilâ etti. Mescid-i Aksâ'yı yıkıp, Kudüs şehrinin bağ ve bahçelerini harap etti. İsrâiloğullarından çoğunu öldürüp, pekçok çocuk ve genci de esir alarak Bâbil'e götürdü. Bâbil'e götürülen genç esirler arasında Uzeyr aleyhisselâm da vardı. Uzeyr aleyhisselâm Bâbil'de bir müddet esâret hayâtı yaşadıktan sonra elli yaşında olduğu sıralarda bir fırsatını bulup memleketi olan Kudüs'e gitmek üzere yola çıktı. Kudüs yakınına gelince, bir bahçede konaklayıp merkebinden yükünü indirdi ve bir ağaca bağladı. Geriden Kudüs şehrini seuredip; şehrin harap, yolların ve bahçelerin viran olduğunu üzülerek gördü. Bu sırada karnı acıktığı için bir miktar incir ve üzüm koparıp, incirin bir kısmını yedi, üzümün de suyunu sıkıp içti. Bir ağaç altına oturup, yıkılmış evlere, bozulmuş yollara, çürümüş tenlere, yığılmış kemiklere bakıp âlemin sonunu, yeniden dirilişi ve Allahü teâlânın kudretini düşündü. Kendi kendine: "Acabâ, bu halden sonra Hak teâlâ bu şehri nasıl tâmir ve ihyâ eder. " diyerek tefekküre dalıp uyudu. Allahü teâlâ onu yüz sene öldürdü. Hayattan mahrum etti. Onun bedenini, yiyecek ve içeceğini insanların ve hayvanların gözünden gizledi. Uzeyr aleyhisselâmı ölü bırakmasından yetmiş sene kadar sonra, Fâris hükümdârlarından Nüşek adında bir hükümdâr eliyle Beyt-i mukaddessi (Mescid-i Aksâ) ve Kudüs şehrini imâr etti. Bu sırada Bâbil hükümdarı Bahtunnasar öldüğünden İsrâiloğulları esâretten kurtulup memleketlerine döndüler. Otuz sene daha geçtikten sonra Allahü teâlâ Uzeyr aleyhisselâmı yeniden diriltti. Uzeyr aleyhisselâm kendisinin bir gün veya bir günden az olarak uyumuş olduğu uykudan uyandığını zannetti. Çünkü incir ve üzümün sanki dalından yeni koparılmışve şıra sıkıldığı saatlerdeki gibi bozulmamış olduğunu gördü. Allahü teâlâ Uzeyr aleyhisselâma vahy edip yüz sene kaldığını bildirdi. Uzeyr aleyhisselâm merkebine baktığı zaman onun parça parça olan kemiklerinin vücûdundan ayrılmış olduğunu gördü. Allahü teâlâ ona ". . . . . ve seni, insanlara bir âyet (delil) kılmak için böyle öldürüp dirilttik. (seni öldükten sonra diriltmenin var olduğunu delil kıldık) ve (merkebin) kemiklerine bak! Onları nasıl birbirine birleştiriyoruz? Sonra da onlara et giydiriyoruz?" (Bakara sûresi: 259) buyurdu. Allahü teâlâ ölmüş, etleri çürümüş, kemikleri parça parça olup kaybolmuş olan merkebi tekrar diriltti. Bu durumu gören Uzeyr aleyhisselâm, "Ben bilirim ki, şüphesiz Allahü teâlâ herşeye kâdirdir. (Bütün ölüleri diriltmeye gücü yeter. ) buyurarak Allahü teâlânın kudretini müşâhede etti.

Uzeyr aleyhisselâm yeniden dirilen merkebine binip Kudüs şehrine girdi. Bulduğu insanları gördüğü ev vemahalleleri tanıyamadı. Kendi mahallesi olarak tahmin ettiği yerde bir evin önünde durdu. Kapıda gözleri görmeyen, elleri ve ayakları tutmayan bir kadına rastladı. Kadına Uzeyr'in evi neresidir? dedi. Âmâ ve kötürüm olan kadın da; "Uzeyr'in evi burasıdır, ben Uzeyr'in hizmetçisiyim. Fakat Uzeyr kaybolalı yüz yıldan fazla oldu. Ondan ümitsiziz. " deyip ağlamaya başladı. Bunun üzerine Uzeyr aleyhisselâm; "Ben Uzeyr'im" deyip başından geçenleri anlattı. Uzeyr aleyhisselâmın duâsı bereketiyle kadın, hastalıklarından şifâ buldu. Kadın âilenin diğer fertlerine ve İsrâoğullarına Uzeyr aleyhisselâmın geldiğini haber verdi. Âile halkı Uzeyr aleyhisselâmı tanıyıp iknâ oldular. Uzeyr gelmiş diyerek sevinç ve heyecanla gelen şehir halkı da Uzeyr aleyhisselâmı ziyâret edip uzun zaman geçtiği halde değişmemiş olduğunu gördüler. Yaşlılar ona çeşitli sorular sorarak imtihan etmeye başladılar. bu sırada Uzeyr aleyhisselâma peygamberlik emri bildirildi. İsrâiloğullarına Tevrât'ınhükümlerini tebliğ etmeye onları azgınlık ve sapıklıklardan sakındırmaya çalıştı. Daha önce kendilerini dünyâ ve âhiret saâdetine dâvet eden peygamberlerin apaçık mucizelerini gördükleri halde onları yalanlayan, birçok peygamberi de şehit eden İsrâiloğulları Uzeyr aleyhisselâmın dâvetini kabul etmediler. Okuduğu Tevrât'ın uydurma olduğunu iddiâ edenler çıktı. Bâzıları onun okuduklarından Tevrât olup olmadığını karşılaştıralım dediler. İçlerinden biri "Benim dedem, Buhtunnasar'ın zulmü zamânında bütün Tevrât nüshalarını yakılmak sûretiyle yok edildiğini bildirdi. Yanlız bir nüsha Tevrât'ı filan dağın tepesine gömdüğünü söyledi. O nüshayı getirip Uzeyr'in okuduklarıyla karşılaştıralım dedi. "Gömülü olan yerden Tevrât nüshalarını getirip Uzeyr aleyhisselâmın okuduklarıyla karşılaştırdılar. Yazılı nüshada olanlarla Uzeyr aleyhisselâmın okuduklarını aynı olduğunu görünce "bu kadar uzun zamandan sonra Uzeyr'in Tevrât;'ı ezbere okuması mümkün değildir düşüncesiyle Tevbe sûresi 30. âyetinde bildirildiği gibi "Uzeyr Allah'ın oğludur. " diye iftirâda bulundular.

Uzeyr aleyhisselâm ise onların bu inanışlarının küfür ve sapıklık olduğunu, vazgeçmedikleri halde şiddetliazâba uğrayacaklarını bildirdi. Vefât edinceye kadar İsrâiloğullarının arasında bulundu. Onları hak yola dâvet etmeye devâm etti. Uzeyr aleyhisselâmın vefâtından sonra İsrâiloğullarının isyanları ve sapıklıkları iyice arttı. . Uzeyr aleyhisselâmın ismi Kur'ân-ı kerimde (Bekara sûresi: 259 ve Tevbe sûresi: 30. âyetlerinde) zikr edilmiştir. Fakat peygamber mi yoksa insanları hak yola dâvet eden bir veli mi olduğu kesin olarak bildirilmedi. Peygamber efendimiz de buyurdu ki: "Uzeyr'in peygamber olup olmadığını bilemiyorum. Tubba'nın mel'ûn olup olmadığını bilemiyorum. Zülkarneyn'in peygamber olup olmadığını bilemiyorum. . . ."


Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur. Yahudi Herod şehid etti.
YAHYÂ ALEYHİSSELÂM

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur. Annesinin ismi Elisa olup, İmran'ın kızıydı. Hıristiyanlar Elizabeth diyorlar. Dâvûd aleyhisselâmın neslinden olup, hazret-i Meryem'in teyzesinin oğludur. Allahü teâlâ, onu babası Zekeriyya aleyhisselâmın duâsı üzerine ihsân etti. Zekeriyyâ aleyhisselâm doksan dokuz veya yüz yirmi yaşına geldiği hâlde neslini devam ettirecek bir evladı yoktu. Hanımı da doksan sekiz yaşındaydı. Gerek kendisinin, gerekse hanımının çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti. Fakat içine evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâd ihsân etmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Allahü teâlâ Zekeriyyâ aleyhisselâmın duâsını kabul etti. Zekeriyyâ aleyhisselâm odasında namaz kıldığı sırada Cebrâil aleyhisselâm ona şöyle nidâ etti: "Yâ Zekeriyyâ muhakkak Allahü teâlâ sana kendinden gelen bir kelimeyi (İsâ aleyhisselâmı) tasdik edici ve kereminin seyyidi ve nefsine hâkim se sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Yahyâ'yı müjdeliyor. " Bu husus Âl-i imrân sûresi 38-39. âyetlerinde bildirilmiştir. Zekeriyyâ aleyhisselâmın ihtiyar olan hanımı hâmile kaldı ve belirli müddetten sonra Yahyâ aleyhisselam doğdu. Rivâyete göre Yahyâ aleyhisselâmın doğumu ile İsâ aleyhisselâmın doğumu aynı seneye rastlamaktadır. Doğumundan itibaren fevkâledelikler içinde olan Yahyâ aleyhisselâm babası Zekerriyyâ aleyhisselâmın nezâretinde yetişti. Küçük yaşta Tevrât'ı okumaya ve hükümlerini anlamaya başladı. Zâten Allahü teâlâ tarafından ona küçük yaşından itibâren hikmet ihsân edildiği, Tevrât'ı okuyup hükümlerini anlama kâbiliyeti verildiği bildirilmiştir. Tevrât'ı ve hükümlerini küçük yaşta öğrenmiş olan Yahyâ aleyhisselâm bâzen Beyt-ül Makdis'te (Mescid-i Aksâ) bâzen de tenhâ ve ıssız yerlerde Allahü teâlâya ibâdet ve tâatla meşgul olurdu. Öğrendiklerini İsrâiloğullarına anlatır, onları Allahü teâlânın emirleriniyapmaya yasaklarından kaçınmaya dâvet ederdi. Gâyet mütevâzi ve sâde bir hayat yaşar, kıldan elbise giyer, arpa ekmeği yerdi. Dünyâya gönül vermezdi. Gece gündüz Allahü teâlâya ibâdet eder, Allah korkusundan dolayı çok ağlardı. Göz yaşları sebeviyle nûrlu yüzü yara olurdu. Yahyâ aleyhisselâm rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman, kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik emri bildirildi. İlk önce Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği dinin esaslarına uyması ve Tevrât'ın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi. İsâ aleyhisselâma İncil nâzil olup, Tevrât'ın hükmü kaldırılınca İsrâiloğularını İncil'in emir ve yasaklarına uymaya çağırdı. Daha sonra Şam'a giderek insanları hak dine dâvet etti. Yahyâ aleyhisselâmın dâvetini kabul edenler olduğu gibi, türlü bahânelerle ona karşı çıkanlar da oldu. Peygamberlerin mûcizelerini gördüklerü hâlde onlara inanmayıp, karşı çıkan ve birçok peygamberleri şehit eden İsrâiloğulları İsâ aleyhisselâma karşı çıkıp onu şehit etmek istediler. Allahü teâlâ İsâ aleyhisselâmı göğe kaldırdıktan sonra Yahyâ aleyhisselâm İncil'in hükümlerini insanlara anlatmaya devâm etti. Zâlim Yahûdi hükümdârı Herod'un torunu Birinci Herod, hazret-i Yahyâ'ya iyi muâmelede bulunurdu. Kendi kardeşinin kızı veya hanımının önceki kocasından bir kızı vardı. Yahûdi hükümdârı Birinci Herod bu kızla evlenmeyi ve nikâhlarını Yahyâ aleyhisselâmın yapmasını istedi. Yahyâ aleyhisselâm böyle bir evliliğin hazret-i İsâ'nın tebliğ ettiği İncil kitabında yasaklandığını ve böyle bir nikâhın imkânsız olduğunu bildirdi. Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahyâ aleyhisselâmın öldürülmesini istedi. Yahyâ aleyhisselâma karşı iyi niyet sâhibi olan birinci Herod da kadının ve kralla evlenmek isteyen kızının isrârı üzerine Yahyâ aleyhisselâmın yakalanıp getirilmesi veya öldürülüp, başının getirilmesini adamlarına emretti. Herod'un adamları Yahyâ aleyhisselâmı yakalayıp, başını kesmek sûretiyle şehit ettiler. Başka bir rivâyette de yakalayıp getirdiler. Herod kendisi başını kesmek sûretiyle şehit etti. Kesilmiş olmasına rağmen Yahyâ aleyhisselâmın başı mûcize olarak: "Bu kızı almak sana helâl değildir. " diye defâlarca söyledi. Allahü teâlâ Yahyâ aleyhisselâmın intikâmını almak için onların başına bâzı musibetler gönderdi. Bâzı rivâyetlerde Herod ve evlenmek istediği kızı, Kârûn gibi yerin yuttuğu bildirilmektedir. Yahyâ aleyhisselâm şehit edildiği zaman otuz dört yaşlarında bulunuyordu. Yahyâ aleyhisselâmın mübârek bedeninin parçaları, başka başka şehirlerdedir. Başı ise Şma'daki Ümeyye Câmiindeki türbededir. Yahyâ aleyhisselâm sûret itibârıyla zamânındaki insanların en güzeli ve hüsn-ü Cemâl sâhibiydi. İnsanlara karşı yumuşak huylu, tevâzu ve şefkât sâhibiydi. Başındaki saçları seyrek ve sesi inceydi. Ondan önce Yahyâ ismiyle isimlendirilen olmamış ve ismi Allahü teâlâ tarafından bildirilmişti. Bu husus Meryem sûresi 7. âyetinde bildirilmiştir. Yahyâ aleyhisselâm günahlardan temiz kılınmış olup, takvâ sâhibiydi. Tevâzu sâhibi olup itâatkar ve halim selimdi. Yahyâaleyhisselâm doğduğu, öldüğü ve dirildiği günlerde Allahü teâlâ tarafından selâmete erdirildi. Bu hususiyetleri Meryem sûresi 13, 14 ve 15. âyetlerinde bildirilmiştir. Mûcizeleri 1-Taşın dile gelmesi: İsrâiloğulları, Yahûdi hükümdârı Birinci Herod'un emri üzerine Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek için arıyorlardı. Bu haberi duyan Yahyâ aleyhisselâm onlardan uzaklaşıyordu. Bu sırada bir kaya dile geldi: "Ey Allahın peygamberi! Bana gel!" Yahyâ aleyhisselâm kayaya yaklaştığı zaman içinin kovan gibi oyulmuş olduğunu gördü. O taşın içine girdi. Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek üzere arayan kâfirler o kayaya yaklaştıkları zaman, o kayadan kâfirlerin üzerine oklar atılmaya başlandı. Bu durumu gören Yahûdiler geriye dönüp kaçtılar. 2- Gündüz vakti yıldız göstermesi: Yahyâ aleyhisselâm peygamber olarak vazifelendirilip Şam'a geldikten sonra insanlar ona; "Hakikaten peygambersen , bize gündüz gözü ile yıldızı göster. " dediler. İnsanların bu isteği üzerine Yahyâ aleyhisselâm duâ edip gündüz güneşin çevresindeki yıldızlar görünmeye başladı. Kur'ân-ı kerimde Âl-i imrân, Meryem ve Enbiyâ sûrelerinde Yahyâ aleyhisselâmdan bahsedilmektedir.


Diğer adı İsrâil'dir. Oğlu Yûsüf aleyhisselâmdan çok ayrı kaldı.
YÂKÛB ALEYHİSSELÂM

Ken'an diyârında, yâni Fenike denilen sayda, Sûr ve Beyrut ile Filistin ve Sûriye'nin bir kısmından ibâret olan bölgede yaşayan insanlara gönderilen peygamber. İsmi Yâkûb olup İbrânicede Saffetullah, yâni "Allahü teâlânın sâf ve temiz kıldığı kul" mânâsına gelmektedir. Diğer adı İsrâil olup "Allah'ın kulu" mânâsına gelmektedir. İbrâhim aleyhisselâmın küçük oğlu olan İshâk aleyhisselâmın oğludur. Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlu vardır. Bu yüzden, onun on iki oğlunun torunlarına Beni İsrâil, yâni İsrâiloğulları denilmiştir. Oğullarından her birinin sülâlesine "Sıbt", hepsine birden torunlara mânâsına gelen "Esbât" denir. Sonradan Yahûdi adı verilmiştir. Yâkûb aleyhisselâmın neslinden birçok peygamber geldi: Mûsâ, Hârûn, Dâvûd, Süleyman, Zekeriyyâ, Yahyâ ve İsâ aleyhimüsselâm bunlardandır. Yâkûb aleyhisselâm Şam'da yeya Medyen'de doğdu. Onun Iys isminde bir kardeşi vardı. Çocokluğu babasının yanında geçti. Babası İshâk aleyhisselâm, Yâkûb aleyhisselâm için; "Yâ Rabbi! Neslimden peygamber geleceğini buyurmuştun. O vâdini bu oğlumdan zuhûr ettir. " diye duâ etti. Onun soyundan nice peygamberler göndermesi için Allahü teâlâya niyâzda bulundu. Yâkûb aleyhisselâm babasının vefâtından sonra annesinin tavsiyesi üzerine Harran'da bulunan dayısının yanına gitti. Orada uzun müddet kaldı. Dayısının büyük kızı Leyla ile evlendi. Bu evlilikten Rabil, Şem'ûn, Lâvi, Yehûda, İsâhar ve Zablûn adlı oğulları ile Dinâr isimli kızı doğdu. İbrâhim aleyhisselâmın bildirdiği dinde iki kız kardeşle evlenmek câiz olduğundan ilk evliliğinden yedi sene sonra dayısının küçük kızı Râhil ile de evlendi. Bu hanımından da Bünyamin ve Yûsuf adlı iki oğlu oldu. Belhe ve Zülfâ adlı iki câriyesi vardı. Belhe adlı câriyeden Dân ve Neftâle, Zülfâ adlı câriyesinden de Câd ve Âşir adlı oğulları doğdu. Böylece on iki oğlu oldu. Kırk sene kadar dayısının yanında kalan ve ona hizmet eden Yâkûb aleyhisselâma Allahü teâlâdan vahy gelip Ken'an diyârı ahâlisinine peygamber olarak vâzifelendirildiği bildirildi. Dayısından izin alarak hanımları, oğulları ve kendisine tâbi olanlarla birlikte Harran'dan ayrılıp Ken'an diyârına geldi ve oraya yerleşti. Kendisi ve oğulları için evler yapğtırdı. Bu sırada Yûsuf ve Bünyamin adlı oğullarının annesi olan Râhil vefât etti. Yâkûb aleyhisselâm insanları Hak dine ve tek olan Allahü teâlâya inanmaya ve o'na ibâdet etmeye dâvet etti. Ken'an diyârı ahâlisinden çok kimse ona imân etti. Ken'an diyârını idâre eden Şüceym bin Dâran isimli kral, Yâkûb aleyhisselâma karşı çıktıysa da başarılı olamadı. Yâkûb aleyhisselâm anneleri vefât etmiş olan oğulları Bünyamin ve hazret-i Yûsuf'u diğer oğullarından çok seviyordu. Çünkü bu ikisi anne şefkâtinden mahrûm kalmışlardı. Yâkûb aleyhisselâmın özellikle hazret-i Yûsuf'a karşı aşırı muhabbeti olduğu için onu bütün oğullarından üstün tutuyor ve yanından ayırmıyordu. Hazret-i Yûsuf yedi yaşındayken rüyâsında on bir yıldız, ay ve güneşin kendisine secde ettiklerini gördü. Bu rüyâsını babasına anlattı. Rüyâ tâbirini iyi bilen Yâkûb aleyhisselâm oğluna ileride büyük nimetlere kavuşacağını ve kendisine peygamberlik verileceğini söyleyerek rüyâsını kardeşlerine anlatmamasını tavsiye etti. Yâkûb aleyhisselâmın oğlu Yûsuf'a karşı aşırı muhabbet göstermesini kıskanan diğer oğulları ona hased ettiler. Hazret-i Yûsuf'u berâberce tuzak kurup onu öldürmek istediler. Babalarından korktukları için de ne şekilde kötülük yapacklarını tesbit edemediler. Daha sonra kendi aralarında konuşup Yûsuf aleyhisselâmı yol üzerindeki bir kuyuya atmayı kararlaştırdılar. Yûsuf aleyhisselâmı babalarından alıp, berâberlerinde götürebilmek için hileye başvurdular. Yûsuf aleyhisselâmı alıp kıra götürdüler ve kervanların geçtiği yolun kenârındaki bir kuyuya attılar. Sırtındaki gömleğini çıkarıp kestikleri bir hayvanın kanıyla boyadılar. Akşam olunca da kanlı gömleği babalarına getirip; "Biz kırda yarış ederken, Yûsuf'u eşyâlarımızın yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş. " dediler. Yâkûb aleyhisselâm kana bulanmış fakat hiç yırtık ve çizgi bile olmayan gömleğe bakıp oğlu Yûsuf'u kurt yemediğini ve onun hayatta olduğunu anladı. Diğer oğullarına o kurdun Yûsufuma karşı şefkâti sizden fazlaymış. Vallahi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylu bir kurt görmedim. Oğlumu yemiş de sırtından gömleğini bile yırtmamış. Bu söyledikleriniz yalandır. Yûsuf'a ne ettinizse siz ettiniz. Fakat elimden ne gelir. Benim için sabr etmekten güzel bir şey yoktur. " dedi. İçli içli ağlayıp, kalbini Allahü teâlâya bağladı ve oturdu. Yûsuf aleyhisselâmın ayrılığından dolayı üzülüyor, fakat bu üzüntüsünü kimseye bildirmiyor, hâlinden de kimseye şikâyette bulunmuyor, oğluna kavuşacağı günü hasretle bekliyordu. Hasret ve üzüntüsü sebebiyle ağlamasından dolayı gözlerine ak inmiş göremez olmuştu. Atıldığı kuyudan bir kervancı tarafından çıkarılan ve Mısır'a götürülerek bir köle diye satılan Yûsuf aleyhisselâm, Mısır Mâliye Nâzırı tarafından satın alındı. Mâliye Nâzırının sarayında özel olarak büyütülen Yûsuf aleyhisselâm, Nâzırın ölümünden sonra Mâliye Nâzırı oldu. Aldığı ekonomik tedbirler sâyesinde, yedi sene müddetle devâm eden kıtlık esnâsında Mısır halkının rahat va refâh içinde yaşamasını sağladı. Yâkûb aleyhisselâm Bünyamin dışındaki oğullarını buğday ve erzak almak üzere Mısır'a gönderdi. Yûsuf aleyhiselâm onları tanıdı ve ikrâmlarda bulunarak erzak verdirdi. İkinci defâ gelişlerinde kardeşleri Bünyamin'i de getirmelerini söyledi. Onlar da ikinci gelişlerinde Bünyamin'i getirdiler. Kendi anne-baba bir kardeşi olan Bünyamin'i bür tedbirle yanında alıkoydu. Yâkûb aleyhisselâmın oğulları üçüncü defâ Mısır'a gidince Yûsuf aleyhisselâmın kendini onlara tanıttı. Gömleğini babası Yâkûb aleyhisselâma gönderdi. Babasına ve bütün akrâbalarını da Mısır'a dâvet etti. Yâkûb aleyhisselâm gömleği yüzüne gözüne sürünce gözleri açıldı. Yâkûb aleyhisselâm oğlunun dâveti üzerine bütün akrâbasını alarak Mısır'a gidip oğlu Yûsuf aleyhisselâma kavuştu. Yûsuf aleyhisselâm babasına ve yanındakilere büyük ikrâmlarda bulundu. Kardeşlerini affettiğini bildirdi. Yâkûb aleyhisselâm oğlu hazret-i Yûsuf'a kavuştuktan sonra oğullarıyla birlikte on seneden fazla Mısır'da yaşadı. İyice ihtiyarlayınca oğullarını başına toplayıp, vasiyette bulundu. Oğullarından, tek olan Allahü teâlâya ibâdet edeceklerine dâir söz aldıktan sonra vefât etti. Oğulları cenâze namazını kıldılar. Vasiyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki Halil-zr- Rahmân'da bulunan babsı İshak aleyhisselâmın yanına defnedildi. Rivâyete göre burada dört kabir vardır. Bunlar İbrâhim aleyhisselâma, İshâk aleyhisselâma, Sâre validemize ve Yâkûb aleyhisselâma âittir. Yâkûb aleyhisselâm Allahü teâlânın seçtiği, kendi zamânında yaşayan insanların sûret (görünüş) ve siret (huy ve yaşayış) yönünden en üstünüydü. Buğday benizli, uzun boylu, nâzik yapılı bir bedene sâhipti. Babası, İshâk aleyhisselâm gibi halim selim, yumuşak huylu, doğru sözlü, kerim ve cömertti. Kur'ân-ı kerimde Yâkûb aleyhisselâmın, dinde kuvvetli olduğu, ihlâs sâhibi olduğu, sâlihlerden olduğu, seçkin ve hayırlıkimselerden olduğu ve rüyâ tâbirini iyi bildiği açıklanmıştır. Yâkûb aleyhisselâmın beş çeşit mûcizesi vardı: Mucizeleri: 1-Duâsı bereketiyle bir koyunun karnından dört kuzu doğmuştu. Bir kavim gelip, Ey Allah'ın peygamberi, geçen sene koyunlarımız hiç doğurmadı. Cenâb-ı Hakka duâ ediniz, hem bu seneki, hem degeçen sene kikuzuları birden versim, diye ricâ ettiler. Yâkûb aleyhisselâm duâ edince, her bir koyundan dörder tâne doğmak sûretiyle koyunları çoğaldı. 2- Sesi sürekli olup, üç konaklık yerden bile duyulurdu. Düşman askerine bağırdığı zaman korkularından hep kaçarlardı. 3-Hazret-i Yâkûb'un attığı şey, pek uzaklara giderdi. Oğullarını Amâlika kavmiyle muhârebeye gönderince, muhâbere esnâsında Yehûda adlıoğlunun, süngü ve mızrakla silâhı parçalanmıştı. Yehûda, silâhım kırıldı babacığım, bir silâh gönderiniz, diye seslendiği anda, hazret-i Yâkûb işitip, bir dağ başındanönceki gibi bir silâh attı ve seslendi. Yehûda sesini işitip, silâhı aldı ve hemen düşmana saldırdı ve gâlip geldi. Halbuki aralarında 360km'lik mesâfe vardı. 4-Yâkûb aleyhisselâmın duâsı bereketiyle büyük ve küçük dağlar yerlerinden kalkmışlardır. Ken'an ahâlisini dine dâvet ettiği vakit, orada bulunup, yörenin iki tarafını darlaştıran dağların başka yere naklolunmasıyla, yerlerinin geniş bir saha olmasını istemişlerdi. Yâkûb aleyhisselâm duâ edince, murâdları hâsıl olup, yerleri geniş ve düzlük olup havası da gâyet güzel olarak Hicaz'da en güzel yer olarak tanınmıştır. 5-Ken'an ahâlisini imâna davet ettiği vakit, oturdukları yerlerde bulunan dağlık ve taşlık yerlerin, bütün tepe vetaşların toprak olmasını teklif etmişlerdi. Yâkûb aleyhisselâm duâ edince, diledilkeri gibi olmuştur. Yâkûb aleyhisselâmın en büyüğü Rabil olmak üzere Şem'un, Lâvi, Yehûda, Zablun (Yâlun), İsâhar, Dân, Neftâli, Âşir, Cad, Yûsuf ve Bünyamin adlı on iki oğlu vardı. İsrâiloğulları bu on iki oğlunun neslinden çoğalmışlardır. Yûsuf aleyhisselâmdan sonra akılca en üstün olan Yehû danın neslinden Dâvûd aleyhisselâm ve Beni İsrâil (İsrâiloğulları) hükümdarları gelmiştir. Bu sebeble İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerin çoğu da Yûsuf aleyhisselâmın neslindendir. Kur'ân-ı kerimde zikr edilen Tâlût da Bünyamin'in neslindendir. Kur'ân-ı kerimde Yûsuf sûresinde ve Bakara sûresi 132, 133, 140; Âli imrân sûresi 84, 93; Nisâ sûresi 163; En'âm sûresi 84; Hûd sûresi 71; Meryem sûresi6, 49, 58'inci âyetlerinde Yâkûb aleyhisselâmdan ve faziletlerinden bahsedilmektedir.

Super Kodlar
Bugün 10 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol